1 Haziran 2012 Cuma

DECCAL NEDİR?

Deccal kelimesi pek çok kişi için bir anlam taşımaz. Çünkü insanların büyük bir bölümü bu konuda çok sınırlı bilgiye sahiptir, hatta bu kavramı hiç duymamışlardır. Oysa Deccal, Peygamberimiz (sav)’in kıyamet gününün yaklaştığına işaret eden hadislerinde, hakkında çok fazla detay verilen son derece önemli bir kavramdır. Bu sitenin amacı da Deccal’i hadislerde bildirilen tüm özellikleriyle tarif etmek, Peygamberimiz (sav)in dikkat çektiği bu şeytani gücün yakından tanınmasına vesile olmaktır.
Deccal ahir zamanda (dünyanın son devirlerinde) ortaya çıkacak en büyük negatif gücün adıdır. Hadislerde genelde bir kişilik olarak tasvir edilmektedir, ancak bu bir kişi olabileceği gibi, şiddete ve vahşete eğilimli, şeytani özelliklere sahip ve insanlara zulmeden bir ideoloji de olabilir. Sitenin ilerleyen bölümlerinde de Deccaliyet bu yönü ile ele alınacak, tüm dünyaya etki eden sapkın bir fikir akımı olduğu gösterilecektir. Bu fikir akımı, adeta bir büyü gibi kitlelere etki eden, tüm saçmalığına ve yanlışlığına rağmen takipçileri olan ve hatta kendi içinde çeşitli mezhepleri bulunan bir akımdır.

Bu akımın, kendi çarpık ideolojisini dünyaya hakim kılmak için, insanları korku ve tedirginliğe iterek karmaşa ve anarşi meydana getirmesi, yeryüzünde huzur ve güvenlik bırakmaması, sitede üzerinde durulacak bir diğer önemli konudur. Söz konusu akımın, hedefine ulaşmak için en yoğun şekilde kullandığı yöntemlerden biri, savunmasız insanlara yönelik olan şiddet ve terör eylemleridir. Diğer bir deyişle terör, Deccal sisteminin en önemli aracıdır. Bu araç, Deccal sisteminin takipçileri tarafından adeta bir ayin şeklinde, yani büyük bir histeri ve feveran içinde kullanılır.
Bugün halen dünyanın çeşitli bölgelerinde devam eden savaşlar, çatışmalar, kanlı terör eylemleri, vahşi katliamlar, cinayetler ve soykırımlar, ahir zamanın en önemli şeytani gücü olan Deccal’in eseridir. Bu sistemin ana hedefi, insanları imandan, güzel ahlaktan, manevi derinlikten, sevgiden, şefkatten ve tüm insani meziyetlerden uzaklaştırıp, onları sevgisiz, saldırgan, vahşetten ve şiddetten zevk alan vahşi birer hayvan haline getirmek ve bu şekilde dünyayı kanlı bir arenaya çevirebilmektir. Ancak bu planın hiçbir zaman galip gelemeyeceği ve Deccal’in sisteminin mutlaka yok olacağı asla unutulmamalıdır. Oluşturduğu kaosun ve meydana getirdiği fitnenin boyutları her ne olursa olsun, Deccal’in fikir sistemi, hak olmayan tüm diğer fikir akımları gibi Allah’ın bir kanunu gereği yenilmeye ve yok olmaya mahkumdur. Ve bu yenilgi, Allah’ın izni ile, ihlasla Allah’a yönelen ve yeryüzünde imanın ve güzel ahlakın yayılması için çaba gösterenlerin yaptıkları fikri mücadele ile gerçekleşecektir. Bu, Allah’ın iman edenlere bir vaadidir. Bir Kuran ayetinde, hakkın ortaya konmasının, batılı yok edeceği şöyle haber verilir:
De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” (İsra Suresi, 81)

DECCAL’İN FİKİR SİSTEMİ

Arapça bir kelime olan Deccal, “yalancı, hilekar; zihinlerde, gönüllerde iyi ile kötüyü, hak ile batılı karıştıran; bir şeyi yaldızlayıp gerçek yüzünü gizleyen; her yeri dolaşan kötü ve uğursuz kişi” gibi anlamlara sahiptir. Peygamberimiz (sav)’in ahir zamanı anlatan pek çok hadisinde Deccal, kıyametin en önemli alametlerinden biri olarak yer almaktadır.

Günümüzde dünyanın durumu ise, Peygamber Efendimizin hadislerinde tarif ettiği ahir zaman ile büyük benzerlikler göstermektedir. Hadislerde bu dönemde fitnenin (karmaşa ve bozgunculuğun), anarşinin ve şiddetin yaygınlaşacağı dünyada huzurun kalmayacağı insanların açlık, fakirlik, kıtlık gibi pek çok sıkıntı ile mücadele edeceği, kötülüğün ve fesadın yaygınlaşacağı bildirilmiştir. Bu dönemde, karmaşa ve huzursuzluğun yaygınlaşmasına neden olan, insanları ahlaksızlığa ve kötülüğe iten, kitleleri inkara ve isyana yönlendiren, terörün ve şiddetin kaynağı haline gelen fikri altyapı ise Deccal’dir. Deccal’in ahlaksızlığı yaymada kullandığı metod iyiyi kötü, kötüyü iyi göstermesi olacaktır. Bu konuda bildirilen hadislerden biri şöyledir:
Deccal çıkar. Maiyetinde su ve ateş vardır. İnsanların su olarak gördüğü yakıcı bir ateştir. İnsanların ateş olarak gördükleri de soğuk ve tatlı bir sudur.1 
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, kıyamet kopmadan önce Deccal’in muhakkak çıkacağını belirtirken, Deccal’in nasıl bir ortamda ortaya çıkacağını da bildirmiştir. Deccal’in çıktığı dönem; din ahlakının yaşanmadığı, Allah’ın açıkça inkar edildiği, ahlaksızlığın, karmaşanın, savaşların, çatışmaların çok yaygınlaştığı, terörün, cinayetlerin ve şiddetin günlük hayatın bir parçası haline geldiği bir dönem olacaktır. Tarih boyunca dünya üzerinde anarşi ve kargaşanın yaşandığı dönemler olmuştur, ancak Deccal’in neden olduğu karmaşa ve kaos ortamı, tarihin hiçbir döneminde eşi görülmemiş büyüklükte olacaktır.
Peygamberimiz (sav) de bir hadisinde bu konuya dikkat çekmiştir:
Allah Hz. Adem’i yaratmış olduğu günden bu yana, Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır.2
DECCAL’İN ORGANİZE ETTİĞİ DİNSİZLİK FİTNESİ
İçinde yaşadığımız dönem, din ahlakından uzak ve çevrelerini de böyle karanlık bir yola çekmek isteyen insanların bu amaçla yoğun çaba gösterdiği bir dönemdir. Bazı insanların din ahlakını yaşamamalarının bir sonucu olarak nasıl bir ahlaki çöküntü içine düştüklerinin örnekleri ise dünyanın çeşitli ülkelerinde toplumsal yaşamın her alanında kendini göstermektedir. Dünya basınında yer alan, adaletsizliğin, ahlaksızlığın, zulmün, yoksulluğun, dejenarasyonun, cinayetlerin ve hırsızlıkların artığını gösteren pek çok haber de bu gerçeğin yansımasıdır.
Kuşkusuz ki bu durum bazı insanların yaratılış gayelerini unutmalarından, bir imtihan yeri olan dünya hayatına tutkulu bir hırsla bağlanmalarından kaynaklanmaktadır. Söz konusu kişilerin içine düştüğü bu durumun başka bir önemli nedeni de kendilerine sunulan gizli dinsizlik telkinlerine kolayca kanmalarıdır.
Burada ele alacağımız temel konu; bu gizli telkinlerin neler olduğu ve çoğu kişinin farkında olmadan nasıl bunların etkisi altına girdiği, hatta bir süre sonra bu batıl sistemin nasıl önemli bir savunucusu haline geldiğidir.
İnsanları din ahlakından uzaklaştırmayı amaçlayan telkinler çoğu zaman direkt mesajlar olarak verilmez. Çünkü bunların, bu yalın haliyle toplumun genelinde kabul görmeyeceği açıktır. Bu nedenle verilecek mesajların genellikle dolaylı olmasına, ama aynı zamanda ilgi çekici ve yönlendirici olmasına özen gösterilir.
Dinsizliğin teorisyenlerinin öncelikli amacı; insanlara Yaratıcımız olan Yüce Allah’ı, ölümü ve ahireti unutturmaya çalışmaktır. Böylelikle insanları imandan, güzel ahlaktan, sevgiden, şefkatten uzaklaştırıp; onları sevgisiz, saldırgan, şiddetten ve acımasızlıktan zevk alan insanlar haline getirmek amaçlanır. İnsanları hatta ülkeleri birbirine düşürmek ve bu şekilde dünyayı kanlı bir savaş alanına çevirmek ise nihai hedefleridir. Allah’ın izni ile bu planın hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği asla unutulmamalıdır.
İman edenler, insanları barışa ve esenliğe davet edip iyiliği emretme, kötülükten men etme sorumluluğunu gereği gibi yerine getirdiklerinde, gerçek din ahlakını bilmeyen ve tanımayan pek çok insan Kuran’a yönelecek ve Allah’ın razı olacağı umulan bir yaşam sürmeye başlayacaktır. Deccal ve taraftarlarının kurmuş oldukları karanlık yapının ortadan kaldırılmasıyla kargaşa, yokluk, huzursuzluk, güvensizlik, adaletsizlik, haksızlık gibi sıkıntılar sona erecek, dünya barış ve refah dolu bir mekan olacaktır. Sokaklar güven içinde dolaşılabilecek yerler olacak, hukuk sistemi gerçek anlamı ile adaleti temsil edecek, Allah’ın insanlara verdiği nimetlerden herkes eşit olarak faydalanacak, eğitim ve sağlık alanlarında herkes eşit imkanlara sahip olacak, sanata gereken değer ve önem verilecek, yaşanılan mekanların kalitesi yükselecek, bilim ve teknolojide büyük ilerlemeler kaydedilecek, insanlar birbirlerine sevgi, merhamet ve şefkat ile yaklaşacak, suç oranlarında büyük azalma görülecektir.
Unutmamak gerekir ki, bu saydığımız güzelliklerin gerçekleşmesi için dua edip çaba göstermek iman sahibi herkesin sorumluluğudur. İman edenler ihlasla ve samimiyetle, din ahlakını yaymak için çaba gösterdiklerinde Allah muhakkak, müminleri “…yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracaktır.” (Nur Suresi, 55)
Deccal’in Kullandığı Gizli Silahlar
Günümüzde gelişen teknolojinin ve iletişim araçlarının, bilhassa internetin toplumların kültürlerini doğrudan etkilediği açıkça görülmektedir. Bu etkinin yönünü olumsuza çevirmek amacındaki Deccal ve taraftarları da kendi sistemlerini yaymak için teknolojiyi etkin biçimde kullanmaktadırlar.
Örneğin internet; eğitim, ticaret, bilim, haberleşme gibi alanlarda insanlığa son derece faydalı bir araçtır. Ayrıca tüm dünyaya Kuran ahlakının öğretilmesi için de büyük bir fırsattır. Ancak çağımızın bir gereği olması ve birçok ihtiyacımızı karşılaması yanında özellikle genç nesiller, internetten büyük zararlar da görmektedir. Bunun nedeni ise, dünya genelinde ahlaksızlıkları yaygınlaştırmayı, insanların zihinlerinin boş ve faydasız konularla doldurmayı isteyenlerin internet aracılığıyla kumarı, cinsel sapkınlıkları, satanizm gibi sapkın inanışları yayma gayreti içinde olmalarıdır. Din ahlakında yeri olmayan bu davranışlar, dinsizlik telkinlerinin önemli bir destekleyicisi konumundadır. Kumar oynamaya alışan, şiddet içerikli bilgisayar oyunlarının etkisi altına giren, işinden ve uykusundan olduğu halde saatlerce boş ve faydasız konularla zihinlerini doldurmaktan  vazgeçemeyen bu kişiler, bu oyun ve oyalanma içinde dünyada asıl bulunma amaçları olan Allah’a kulluk etmeyi unutabilmektedirler.
Bunun dışında, gazete, televizyon, sinema gibi diğer kitle iletişim araçları da toplumların kültürlerini, yaşayış ve düşünce biçimlerini yönlendirebilen önemli araçlardandır. Her biri son derece faydalı bir biçimde kullanılabildiği gibi, Deccal ve taraftarlarının bilinçli yönlendirmeleri sonucunda ters yönde bir etki de meydana getirebilmektedir. Örneğin bu araçlar yoluyla reenkarnasyon, budizm, ateizm gibi batıl düşüncelerin, materyalist felsefenin, çarpık bir hayat tarzının sıkça reklamı yapılmaktadır. Tabi ki bu araçlar sadece bu yönde kullanılmamakta, faydalı çalışmalara da vesile olmaktadır. Nitekim az sayıda olmakla beraber özellikle sinema alanında doğru mesajlar barındıran eserlere rastlamak mümkündür.
Bu yüzden, tüm bu araçları faydalı yönlerde kullanmak konusunda iyilerin ittifak etmeleri gerekmektedir. Örneğin internetin din ahlakını yaşayanlar tarafından etkin bir şekilde kullanılmasının önemi çok büyüktür. Çünkü açıktır ki internet, Kuran ahlakının tebliğ edilmesinde ve yaygınlaştırılmasında, en çabuk, en etkili ve en ekonomik yöntemlerden biridir.
Bunun için de Müslümanlar Kuran ahlakının yayılması için birlik olup daha yoğun bir çalışma içine girmelidir. Çünkü, böylesine önemli bir konuda gevşeklik göstermek, bu alanları bir takım sapkın görüşlere bırakmak anlamına gelecektir.
Bunun için yapılması gereken ise, bilimi, teknolojiyi en iyi şekilde değerlendirerek milli ve manevi değerlerimizi yeni yetişen nesillere en güzel şekilde sunmaktır.
Bu yapıldığı takdirde Allah’ın izni ile insan aklına ve fıtratına tamamen ters olan sapkın düşüncelerin toplumda yer bulması olanaksızlaşacaktır.
Dinsizliğin Telkininde Kullanılan Özendirme metodu 
Dünyanın pek çok ülkesinde, ahlaksızlığın halkın geneline yayılması için, toplumca tanınan kişileri kullanarak özendirme propagandası yapmak oldukça etkili bir yöntemdir. Aslında çoğu ruhsal sorunları olan, büyük bir çöküntü içinde yaşayan, kültür seviyesi oldukça düşük, kavrayış yeteneğinden yoksun kimi insanlar dünya televizyonlarında, ahlaksızlıkları örnek verilerek, sözde “modern, çağdaş, cesur” insanlarmış gibi lanse edilmekte ve halka bir anlamda “Siz de çağdaşlaşmak istiyorsanız benzerini yapın” telkini verilmektedir. Yabancı müzik kanallarında ürkütücü kıyafetler giyen, korkunç makyajlar yapan radikal müzik gruplarının sürekli gündemde tutulmasının, satanizm gibi sapkın inanışlara sahip kişilerin sık sık söyleşi programlarına çıkarılmasının, bu “marjinal” olarak tanımladıkları sapkın kişilerin ciddi bir kınama veya eleştiri ile karşılaşmayıp sürekli “sempatik” gibi gösterilmelerinin temelinde de aynı hedef vardır. Kimi zaman çok ileri gittiği düşünülen kişiler kınanıyor gibi gösterilse de, aslında halkın bilinç altına verilen telkin tam tersi yöndedir.
Deccal, dinsizliğin  teorisyenleri ile  işbirliği yapıyor!
Ahir zamanın anlatıldığı hadislerde, yeryüzünde kötülüğü organize edecek kişi olduğu bildirilen Deccal’in çıkışının, günümüzde yaşanan olaylar ışığında gerçekleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir.)  Ahir zamanın en büyük fitnesinin sahibi olan Deccal, dinsizliğin teorisyenleriyle işbirliği içinde olmasının yanı sıra, kendisi bu grubun başına geçmiştir ve tüm faaliyetleri bizzat yönlendirmektedir. Bunlar, “dünya hükümeti” tabir ettikleri bir yapılanma içerisindedirler. Bu karanlık çete, günümüz dünyasındaki her türlü gelişmeyi çok yakından takip etmekte, dünya genelinde çeşitli sapkınlıkların, ahlaksızlıkların yayılması için oldukça yoğun bir telkin ve propaganda çalışması yürütmektedir. Teknolojinin büyük bir hızla geliştiği, iletişim araçlarının giderek çeşitlendiği bir ortamda yapılan bu telkinler her ülkeye, her eve ve her kişiye rahatlıkla ulaşabilmekte ve telkinlerin şiddeti gün geçtikçe artırılmaktadır.
Batıl dinler
Budizm, Hinduizm, karma felsefesi… Dinsizliği örgütleyenler, bu gibi sahte ve aldatıcı inanışların (daha doğrusu insan yapımı felsefelerin) batıl öğretilerinin yayılmasını desteklerler.
Din ahlakının toplum üzerindeki köklü etkisini ortadan kaldırmak, materyalist dünya görüşünün benimsenmesini kolaylaştırmak ve manevi arayış içinde olan insanları “Allah inancına karşı çıkan sahte bir inanış” ile yanıltmak girişiminde bu batıl dinler önemli rol oynamışlardır.
Hiç şüphesiz, insanları Allah inancından uzaklaştıran, İlahi dinlerin insanlara tavsiye ettiği güzel ahlak anlayışını ortadan kaldırıp yerine materyalist ve batıl inanışları yerleştirmeye çalışan bu gibi akımlara karşı, Allah’a samimiyetle iman eden tüm insanların birlik olarak çok yönlü bir fikri mücadele yürütmeleri gerekmektedir. Bunun için yapılması gerekenlerden biri, İlahi dinlerin insanları davet ettiği barış, huzur, güven, adalet, eşitlik, yardımlaşma, merhamet, şefkat ve sevgi dolu dünya ile batıl dinlerindeki maddi ve manevi sapkınlığı temel alan hayat şekli arasındaki büyük uçurumu gözler önüne sermektir. Hiç unutmamak gerekir ki, bu çarpık felsefelere kanan insanların çok büyük bir bölümü ilk olarak genellikle ilgi çekmeyi, farklı ve orijinal tavırlarla dikkatleri üzerlerinde toplamayı amaçlamaktadırlar. Bir yandan da mutluluğu bu sapkın inanışlarda bulacakları yanılgısına kapılmaktadırlar. Allah’ın elçileri vasıtasıyla insanlara gönderdiği din ahlakından ve onun doğru yollarından uzaklaşarak kendilerini iç karartıcı, kasvetli, korku ve sıkıntı dolu bir dünyaya, çok büyük bir yıkıma sürüklemektedirler.
Müslümanlar Kuran ahlakının yayılması için birlik olup daha yoğun bir çalışma içine girmelidir. Çünkü, böylesine önemli bir konuda gevşeklik göstermek, bu alanları bir takım sapkın görüşlere bırakmak anlamına gelecektir.
Bunun için yapılması gereken ise, bilimi, teknolojiyi en iyi şekilde değerlendirerek milli ve manevi değerlerimizi yeni yetişen nesillere en güzel şekilde sunmaktır.
Bilinmelidir ki, dünya ve ahiret hayatında gerçek mutluluk ancak Allah’a gönülden iman etmek ve Allah’ın ayetlerine uymakla mümkündür. Çünkü “… Allah, hakkın ta Kendisi’dir. O’nun dışında, onların taptıkları ise, şüphesiz batılın ta kendisidir…” (Hac Suresi, 62)
Dinsizliğin telkininde verilen mesajlar
Özellikle son yıllarda, insanların çoğunun hiçbir şey düşünmemeye dayalı bir hayat sürdükleri görülmektedir. Özellikle gençler arasında, sadece bol para kazanıp tamamen eğlenmeye yönelik boş bir hayat sürmeye dayalı yüzeysel bir kültür gelişmiştir. Bu yüzeysel kültür içinde çoğu zaman “Ben nasıl var oldum, yaratılış amacım nedir?” gibi sorular akla gelmez. Bu insanlar ne kendilerini Allah’ın yaratmış olduğunu düşünürler, ne de sapkın ideolojilerinin kendilerinde yaptığı yıkımın farkındadırlar. Kafalarını dolduran düşünceler, film yıldızlarının hayatları, pop şarkıcılarının skandalları ve kişiye ahirette hiçbir fayda sağlamayacak buna benzer boş konulardır. İnsanların büyük bir bölümü de -kendi deyimleriyle- “geçim derdi” ya da benzeri dünyevi konular ve güncel meseleler üzerine yoğunlaşmıştır.
Bu durum asıl yurdumuz olan ahiret yerine geçici bir mekan olan dünya hayatına bağlanmış olmaktan kaynaklanmaktadır. İnsanların büyük kısmının ölüm ve ahiretten gafil olduklarının farkında olan dinsizliğin teorisyenleri de bu yönde faaliyetlerde bulunmaktadırlar. İnsanlara sürekli olarak meşgul olacakları boş konular, geçici eğlenceler, haberler, sansasyonlar ve çeşitli meşgaleler sunarak toplumu kontrol altında tutmaya ve yönlendirmeye çalışırlar.
Başta da vurguladığımız gibi, dinsizliği örgütleyenlerin öncelikli hedefi, insanlara Allah’ı, ölümü ve ahireti unutturmaktır. Bunu yaparken kullanılan en temel mesaj ise, dünya hayatının hiç bitmeyecek zevklerle dolu bir yer olduğu mesajıdır. İnsanlara, bu dünyaya bir kere gelecekleri, helal-haram ayrımı yapmadan elde edebilecekleri her zevke ulaşmaya çalışmaları, her geçen günün tadını çıkarmaya çalışmaları gibi cahilce bir düşünce sinsice telkin edilmektedir. Oysa bu büyük bir aldatmacadır. Dünya hayatı geçicidir, istisnasız her insan için bir gün mutlaka son bulacaktır. İnsanlar bu dünyadaki davranışlarından hesaba çekilecek ve sonsuza kadar sürecek asıl hayatları başlayacaktır. Bu sonsuz hayatta ya gerçekten hiç bitmeyecek zevklerin olduğu cennette ya da hiç bitmeyecek azapların olduğu cehennemde olacaklardır.
Dinsizliğin teorisyenlerinin öncelikli amacı; insanlara Yaratıcımız olan Yüce Allah’ı, ölümü ve ahireti unutturmaya çalışmaktır demiştik.Hiçbir bilimsel dayanağı olmadığı halde evrim teorisinin dünya genelinde sürekli olarak propagandasının yapılıyor olmasının, eğitim kurumlarında Darwinist öğretilerin ısrarla okutulmaya çalışılmasının nedeni de, aslında bu nihai hedeftir. Evrim teorisi, söz konusu telkin araçları içinde dinsizliği yaygınlaştırmak için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Ancak dinsizlik telkinleri yalnızca evrim propagandası ile sınırlı değildir. Bir sonraki bölümde, yeryüzünde dinsizliğin, ahlaksızlığın yayılmasını isteyenlerin evrim propagandasıyla beraber kullandıkları diğer tüm gizli telkinleri, dolaylı mesajları ve sinsi metodları deşifre etmeye çalışacağız.
DECCALİYETİN DİNİ DARWINİZM
Deccal’i anlatan pek çok hadiste çeşitli benzetmelerle tarif edilen özellikler, bir ideolojinin özellikleri olarak değerlendirildiğinde netlik kazanmaktadır. Bu durumda insanları inkara sürükleyen, din ahlakından uzaklaştıran, insanlar arasında fitne ve kargaşa çıkmasını sağlayan her türlü ideoloji ve düşünce sistemi, Deccal’i temsil etmektedir.
Bugün yeryüzünde din karşıtı en büyük fitnelerden biri, materyalizm ve materyalizmden türeyen çeşitli ideoloji ve akımlardır. Tüm bu akımları kapsayan, hepsinin sözde bilimsel çıkış ve dayanak noktası olan düşünce ise Darwinizm’dir. Darwinizm, ortaya atıldığı tarihten itibaren materyalist ve din karşıtı ideoloji ve akımların temel dayanak noktası haline gelmiş, bu ideolojileri savunanlar tarafından adeta bir din haline getirilmiştir. Darwinizm’in, ahir zamanda Deccal’in dini haline getirileceğine büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi de şu açıklaması ile dikkat çekmiştir:
Tabiatçılık ve materyalizm felsefesinden çıkan nemrudane bir akım, ahir zamanda felsefe vasıtasıyla gittikçe yayılarak kuvvet bulur, ilahlık iddia edecek bir dereceye çıkar3 
Tam da Bediüzzaman’ın “tabiatçılık ve materyalizm felsefesinden çıkan nemrudane bir akım” şeklinde belirttiği gibi, Darwinizm, doğaya müstakil bir güç atfeden, tüm canlılığın kör tesadüflerin eseri olduğunu, yaratılmadığını iddia eden, insanları Allah’a imandan uzaklaştırmaya çalışan bir öğretidir. Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi isimli, Peygamber Efendimizin hadislerinin biraraya getirildiği ve hadislerin açıklamalarının yer aldığı kitapta ise bu konu şöyle yorumlanmıştır:
Deccal’in yol açtığı ahir zaman fitnesinin en bariz ve en mühim vasfı dine karşı olmasıdır. Ahir zamanda ortaya çıkacak bir kısım hümanist görüşler ve değerler, dinin yerini almaya çalışacaktır. Bu yeni din, insan üstünde mevcut her çeşit İlahi hakimiyeti kaldırmak için inkarı kendisine temel alır… Temel ilahı madde ve insan olan din dışı bir dindir. 4 
Alıntıda sözü edilen “hümanist görüşler” bugün gerçekten de bir din kimliğine bürünmüş durumdadır. Çağımızda hümanizm, Allah’ın inkar edildiği ve insanın sözde tapılacak kutsal bir varlık olarak gösterildiği ateist bir din durumundadır. Hümanist kurum ve derneklerin yayınlarına bakıldığında ise, tüm dünya görüşlerini evrim teorisine dayandırdıkları görülür. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Global Masonluk, İstanbul, 2002)
Canlıların cansız maddelerden oluştuğu ve evrimleşerek geliştiği fikrini savunan Darwinizm’in en önemli mekanizması ise “tesadüf”tür. Bu aldatıcı öğretiye göre tüm canlı türleri, tesadüfen ortaya çıkan bir hücreden, yani ortak bir atadan oluşmuş ve zaman içinde yine tesadüflerin etkisiyle meydana gelen küçük değişimlerle birbirlerinden farklılaşmışlardır. Hiçbir akılcı ve bilimsel dayanağı olmayan bir hayal ürününden ibaret bu teori, Darwin döneminin ilkel bilim düzeyi ve sosyolojik koşulları içinde pek çok kişi tarafından kabul görmüştür. Ancak bilimin ve teknolojinin ilerlemesi ile birlikte teorinin de dev bir safsatadan ibaret olduğu anlaşılmıştır. Buna rağmen bugün halen bu teoriye bağlılıkta direnenler, aşağıda da ele alacağımız gibi, ideolojik gerekçelerle bu akıl dışı teoriden vazgeçemeyen çevrelerdir.
Darwinizm, ortaya atıldığı tarihten itibaren materyalist ve din karşıtı ideoloji ve akımların temel dayanak noktası haline gelmiş, bu ideolojileri savunanlar tarafından adeta bir din haline getirilmiştir.


Evrim teorisi, canlılığın, tesadüflerin eseri olarak, cansız maddelerden meydana geldiğini iddia eder. Bu iddiaya göre, dünyanın ilk zamanlarında doğa olaylarının etkisi ile cansız madde canlanmış ve yine tesadüflerle zaman içinde bugünkü kusursuz canlıları meydana getirmiştir. Kuşkusuz bu iddia, akıl sahibi bir insanın asla kabul etmeyeceği kadar mantık dışıdır.
Bu batıl dine göre yeryüzünde canlılık yaratılmamıştır, kendiliğinden var olmuştur. Bu saçma anlayışı benimseyenlere, “Peki canlılık ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır?” diye sorulduğunda, bu soruya verecekleri cevap “Canlıları kör tesadüfler var etmiştir” olacaktır. Oysa tesadüf tamamen başıboş, akılsız ve amaçsız bir güçtür. Allah ise her şeyi bir düzen, plan, akıl, hikmet ve intizam ile yaratır. İnsan bir eşya ile karşılaştığında bunu mutlaka bir yapan olduğunu bilir, gördüğü şeyin kendisinin görmediği bir anda akıl ve şuur sahibi bir varlık tarafından tasarlanıp meydana getirildiğini anlar. Üstelik bunu anlaması için uzun uzun düşünmesine, araştırma yapmasına da gerek yoktur. Bakar bakmaz anlaşılan bir şeydir bu. Örneğin insan bir odaya girdiğinde gördüğü koltuğu, masayı, saati, televizyonu yapan birileri olduğunu, birisinin bu eşyaları oraya taşıdığını, yine birisinin bu eşyaları odaya en uygun olacak şekilde yerleştirip odayı dekore ettiğini bilir. Kimse masanın, koltuğun, saatin, televizyonun kendi kendine ortaya çıktığını veya kendi kendilerine o odaya gelip, kendilerine uygun bir yer bulup yerleştiklerini düşünmez. Bunu düşünen biri çıkarsa da, doğal olarak bu kişinin aklından şüphe edilir.
Darwinizm gibi saçma bir fikre inanan insan ise; elmaların, portakalların, çileklerin, üzümlerin, kavunların, karpuzların, kirazların, eriklerin, şeftalilerin, kayısıların, güllerin, leylakların, sümbüllerin, menekşelerin, manolyaların, karanfillerin, kedilerin, ceylanların, kaplanların, tavşanların, sincapların, zebraların, zürafaların veya daha burada sayamadığımız binlerce türün ve hatta mühendislerin, doktorların, profesörlerin, akademisyenlerin, sanatçıların, devlet adamlarının yani tüm insanların kör tesadüfler sonucunda kendi kendine ortaya çıktığı iddiasındadır. Diğer bir deyişle bu kişiye göre gördüğü her varlık tesadüflerin eseridir. Bu durumda “tesadüf” bu kişinin ilahı durumundadır. Ancak dikkat edilirse bu sözde ilah, düşünce yeteneği olmayan, dünyanın en akılsız ilahıdır; çünkü bu ilah hem kendisinin ne olduğunun farkında değildir, hem de ne ortaya çıkardığını ve yaptığını bilmemektedir.
Peygamberimiz (sav) Deccal ile ilgili bir hadisinde “Haberiniz olsun ki o kördür” sözü ile Deccal’in gözünün kör olduğunu bildirmektedir. Bazı İslam alimleri tarafından bu hadis, “Deccal’in kalp gözü kördür” şeklinde açıklanmaktadır.5 Bu açıklama yukarıdaki bilgiler ışığında daha net anlaşılmaktadır. Kör tesadüfü ilahlaştıran bir dine inanan insanların kalp gözü de, akıl gözü de kördür. Bu insanlara, “Allah tüm evreni üstün bir akıl, düzen ve intizam ile yarattı” denildiğinde hemen itiraz ederler. Ama “herşey kör tesadüflerin eseridir” dendiğinde, bunu son derece mantıklı bulurlar. Akıllı ve bilinçli bir yaratılışın yerine, karmaşa ve kaos içerisinde aklı ve şuuru olmayan tesadüflerin herşeyi var ettiği gibi akıl dışı bir iddiayı kabul ederler. Bu yönüyle düşünüldüğünde Darwinizm, dünya tarihinin en hayret verici, en akıl almaz batıl dinidir. Şaşırtıcı olan bir başka yön de, yanlış ve saçma olduğu açık olan bu dini bir takım eğitimli kişilerin de benimsiyor olmasıdır. Bazı profesörler, devlet adamları, siyasetçiler, öğretmenler, avukatlar, doktorlar bile bu saçmalığa inanabilmektedir. Bu da Deccal’in fikri sisteminin adeta bir büyü gibi insanları etkisi altına aldığını göstermektedir.
Peki kimi insanları böylesine akıl ve mantık dışı bir iddiayı benimsemeye ve hatta hararetli birer savunucusu olmaya iten etken nedir?
İşte burada karşımıza çıkan, ahir zamanda Deccal’in fikir sisteminin yayılması için sürdürülen yoğun propagandadır. Bu etkinin oluşturulabilmesi için insanlara şuurlarının açılmaya başladığı ilk andan itibaren yoğun telkin verilir ve insanlar aşama aşama bu sapkın dine dahil edilirler. İnsanın çocukluk çağından itibaren almaya başladığı bu telkin, birkaç aşamalıdır ve her bir aşamasında insan, Deccal’in karanlık dünyasına bir adım daha itilmiş olur. Bu yoğun telkinden korunabilmenin en önemli yolu ise kişinin sadece vicdanının sesini dinlemesidir. Çünkü vicdan, insanı, Allah’ın izni ile, her zaman en doğru yola ileten bir rehberdir. Bilimsel olarak tamamen çökmüş olan Darwinizm ise, günümüzde yalnızca ideolojik bir görüş olarak savunulmaktadır ve bilimsel delillerin yanı sıra, insanın, vicdanına başvurarak da yanlışlığını kolayca fark edebileceği bir safsatadır.
Bu tehlikeye karşı temkinli olmak ve bu telkin mekanizmasının ne şekilde çalıştığını anlayabilmek için, çocukluk çağından itibaren geçirilen aşamalara değinmek yerinde olacaktır.
I. AŞAMA 
“HAYATIN TESADÜFLERİN ESERİ OLDUĞU” YALANI ANLATILIR
Bir çocuğun çevresindeki olayları ve yaşamı algılaması ve değerlendirmesi bir yetişkinden çok daha farklıdır. Çocuk sürekli sorular sorar, çevresinde gelişen olayların nedenlerini sorgular. Nasıl var olduğunu, nasıl konuştuğunu, doğadaki diğer canlıların nasıl meydana geldiğini, bitkileri kimin var ettiğini, güneşin nasıl doğup battığını, ayın nasıl havada durduğunu ve daha pek çok sorunun cevabını arar. Aslında tüm bu sorular karşısında bir çocuğa verilecek tek bir doğru cevap vardır. Ancak insanlar genellikle bu sorulara iki türlü cevap verirler. Bunlardan birincisi ve doğru olanı, kendisi de dahil olmak üzere etrafında gördüğü herşeyi Allah’ın yarattığı ve tüm insanların kendilerini yoktan var eden, büyüten, yediren, içiren, nefes aldıran, koruyan, esirgeyen Allah’a karşı sorumlu oldukları cevabıdır. Allah’ın tüm kainatı sarıp kuşattığı, her an her yerde olduğu, insanları her an gördüğü, duyduğu ve işittiğidir.
Ancak insanların bir kısmı çocuklarının sordukları sorulara bu doğru cevabı vermezler. Bir kısmı çocuklarına herşeyi yaratanın Allah olduğunu söyler, ancak Allah’ın herşeyin tek hakimi ve sahibi olduğunu, herşeyin O’nun dilemesi ile gerçekleştiğini anlatmazlar. Diğer grup ise, çocuklarını çok daha büyük bir yanlışa yöneltirler. Bu insanlar tüm kainatın akılsız ve şuursuz tesadüflerin eseri olduğu yanılgısını savunurlar. Çünkü onlar da büyüklerinden veya çevrelerinden aynı cevapları duyarak yetişmiş ve yıllar boyunca bu doğrultuda eğitim almışlardır. Okullarda, gazetelerde, televizyonlarda hep Allah’ın varlığını inkar eden bir telkinle karşılaşmış, bu aldanış adeta beyinlerine kazınmıştır.
Üstelik bu telkin insanlarda öylesine bir kabullenmeye neden olmuştur ki, gördükleri her türlü yaratılış harikasına rağmen düşünmemeye, vicdanları ile gördükleri doğruları göz ardı etmeye alışmışlardır. Aslında bu durum da başlı başına bir yaratılış mucizesidir. İnsanların gördükleri tüm delillere, şahit oldukları pek çok mucizeye rağmen inkarda direnmeleri, Kuran’da bize bildirilen bir mucizevi durumdur. Allah bazı insanların gördükleri her türlü mucizeye rağmen iman etmeyeceklerini bir ayette şu şekilde bildirmektedir:
Gerçek şu ki biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, Allah’ın dilediği dışında, yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (Enam Suresi, 111) 
Bu gibi insanların çocuklarına verdikleri eğitim de kendi inandıkları Deccal dini doğrultusunda olmaktadır. Böylece insanların büyük kısmı daha çocuk yaştan başlayarak Allah’ın varlığını ve yaratma sanatını hiç düşünmeden, herşeyin bir tesadüften ibaret olduğuna inanarak büyür. Bazı aileler ise çocuklarına bu konuda hiçbir bilgi vermezler ve onları biraz daha büyüdüklerinde bazı televizyonlarda, filmlerde, gazetelerde veya kitaplarda karşılaşacakları ateist telkinlere açık bırakırlar. Bu durumda da sonuç, çoğu kez çocuğun bu telkinlere kapılmasıdır.

II. AŞAMA

HAYATIN ŞİDDETE DAYALI BİR MÜCADELE ALANI OLDUĞU YALANI ÖĞRETİLİR
Yaşamın tesadüf ve rastlantıların eseri olduğunu düşünen bir insan için, kendisi ilk başlarda şuurunda olmasa dahi, madde tek mutlak değer haline gelir ve böylece ilk aşama aşılmış olur. Benzer telkinlerle yetişenlerin çoğunlukta olduğu bir toplumda, çocuğun beynine kazınacak önemli telkinlerden bir diğeri ise “güçlü ve bencil olduğu müddetçe ayakta kalabileceği”dir.
İlk başta aile içerisinde işlenen bu telkin, çocuğun okula başlaması ile birlikte daha güçlü ve kapsamlı bir hale gelir. Çocuğun ailesi ve çevresinden aldığı telkin, okulda kendisine bilim kisvesi altında öğretilen “insanların atası hayvanlardır, dolayısıyla hayvanlar arasındaki ilişki insanlar arasındaki ilişkiler için de geçerlidir” şeklindeki tamamen bilim dışı teorilerle desteklenir. Böylece çocuk, bireyler ve toplumlar arasında sürekli bir mücadele olduğunu, zayıf olanların ortadan kalkacaklarını ve kendisinin de buna göre bir yaşam sürdürmesi gerektiği yalanını öğrenmeye başlar. Bu eğitime göre bir çocuğun hayatta en çok ihtiyaç duyacağı ve asla unutmaması gereken ders, bu mücadele ortamı içinde gerekirse güç, şiddet ve hile de kullanarak ayakta kalmayı başarabilmektir.
Bu telkin okulla da sınırlı kalmaz. Çocuk, dinlediği şarkı sözlerinde, izlediği filmlerde, reklamlarda, video-kliplerde, hatta oynadığı bilgisayar oyunlarında, kısaca hayatının her anında yoğun bir Sosyal Darwinizm telkini almaya devam eder. Söz konusu yoğun telkin neticesinde, insanlarla olan tüm ilişkilerini maddeci bir anlayış üzerine kurar. Bu, insan hayatının her anına acımasızlığın, bencilliğin, çıkarcılığın, vefasızlığın hakim olması demektir. Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak çocuk, ahlaki değerlerden uzak, karanlık bir dünyanın içine itilir.

Oysa Kuran ahlakı insanlara bunun tam zıddı olan bir hayat sunmaktadır. Kuran’da insanlar, barışa ve güvenliğe davet edilir. Kuran ahlakının yaşandığı toplumlarda sevgi, merhamet, hoşgörü, huzur, dürüstlük, fedakarlık ve insaniyet egemendir. Allah’ın insanlara emrettiği güzel ahlak, şu şekilde bildirilmiştir :
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz.” Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 8-11)
III. AŞAMA 
HİÇ KİMSEYE KARŞI SORUMLU OLMADIĞI ÖĞRETİLİR
Sorduğu her soruya materyalist ve Darwinist düşünce çerçevesinde cevaplar alan çocuğun önünde, doğal olarak aynı düşüncelere sahip olmaktan başka bir yol kalmamıştır. Artık o da, bunu açıkça ifade etmese bile, kendisini ve karşısındaki insanı evrimleşmiş bir tür hayvan olarak görmeye başlayacaktır.
Ancak eğitimin önemli bir aşaması daha vardır. O da çocuğun kendisinden başka hiç kimseye karşı sorumlu olmadığı yanılgısını öğrenmesidir. Kendisine telkin edilen bu batıl inanca göre; eğer en baştan beri sadece madde varsa ve madde hep var olacaksa, hayatın tamamı rastlantıların bir eseri ise, üstelik ölüm tamamen bir yokoluşsa, o zaman insan için önemli olan yalnızca maddi çıkarlardır. Maddelerden oluşan bu dünyada manevi değerlerin bir anlamı kalmaz. Bu durumda insanın düşünmesi gereken tek şey, kendi istek ve tutkularının ne yolla olursa olsun tatmin edilmesidir. Kuran’da yer alan “Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?” (Müminun Suresi, 115) ayeti, bu cahil insanların çarpık bakış açısını bizlere göstermektedir.

Gerçekte ise başıboş bir hayat süreceğini ve ölümle birlikte yok olacağını düşünen insanlar, çok büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir. İnsan, herşeyi yoktan var eden Rabbimize karşı sorumludur. İnsanı, belli bir kader üzerine yaratan, geçmişini, şu anını ve geleceğini bilen, öldükten sonra onu sorgulayarak yaptığı herşeyin karşılığını verecek olan Allah’tır. Allah onu, hayvanlardan farklı olarak bir ruh, akıl, irade ve muhakeme yeteneği ile yaratmıştır. Yani bir insan, içinde farklı eylemlere karşı bir istek veya dürtü duysa dahi, bu özellikleri ile kötülüğü engelleme gücüne sahip olarak yaratılmıştır.
Bunun bilincinde olmayan veya bu gerçeği göz ardı eden bir kişinin toplum için tehlike oluşturacağı ise açıktır. Örneğin bir olay karşısında öfkelenen kimse, karşısındaki kişiye hiç düşünmeden zarar verebilir, acımasızca davranabilir. Karşısındakinin savunmasız biri olması onun için bir anlam taşımaz. Önemli olan öfkesini bir şekilde giderebilmesidir. Ancak Allah’ın kendisine verdiği ruhu taşıdığını bilen, akıl ve vicdan sahibi insan her türlü durumda öfkesine hakim olur. Muhakemesi ve vicdanı her an açıktır. Allah’a hesap veremeyeceği en küçük bir harekette bulunmaz. Günah işlediğinde ise bundan tevbe eder ve hatasını düzeltir.
Allah, kendisini başıboş zannedenlere yaratılışlarını ve ölümden sonra tekrar dirileceklerini Kuran’da şöyle hatırlatmaktadır:
İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?
Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi?
Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi.’
Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı.
(Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi, 36-40)
Bir başka ayette ise insanlara hem kötülüğün hem de kötülüklerden sakınmanın ilham edildiği bildirilmiştir. (Şems Suresi, 7-10) Dolayısıyla insanların ahlaklarındaki bozuklukların ve suç işlemelerinin ardındaki temel neden, Allah’a iman etmemeleri, yaptıklarından dolayı Allah’a hesap vermeyeceklerini zannetmeleri ve bu nedenle Allah’tan sakınmamalarıdır. Oysa insanın bir yaratılış amacı vardır. “… insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat Suresi, 56) ayeti ile bu sorumluluğun “Allah’a ibadet etmek” olduğu bildirilmiştir. İnsan dünya hayatında denemeden geçirilmektedir ve sorumluluklarını yerine getirmediği durumda, bununla sorguya çekilecektir. Bu sorumluluklardan bazıları Beyyine Suresi’nde şu şekilde bildirilir:
Oysa onlar, dini yalnızca O’na halis kılan hanifler (Allah’ı birleyenler) olarak sadece Allah’a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur. (Beyyine Suresi, 5)

Doğru din, Allah’ın dinidir, ama pek çok insan sitenin başından itibaren sözünü ettiğimiz telkinler sonucunda bundan uzaklaşır. Yukarıda aşamalarını tarif ettiğimiz Sosyal Darwinist eğitimden geçen bir insanın önünde pek fazla seçim imkanı kalmaz. Hayata ve insanlığa bakış açısı tamamen materyalist-Darwinist düşünce doğrultusunda şekillenir. Artık o da sadece kendisini ve çıkarlarını korumak için mücadele edecek, çoğu zaman şiddet, zulüm ve hileyi tek yol olarak görecek, dinsizliğin getirdiği kabus içinde bir suçtan bir başka suça koşacaktır. Üstelik bu durumda onu durduracak veya engelleyecek bir sebep olmayacaktır. Sürekli “bela arayan”, savunmasız insanlara saldıran, mazlumları ezen ve haklarını yiyen, şiddetten zevk alan, kanı ve gözyaşını eğlence konusu edinen, kısacası tüm insani özeliklerden uzaklaşan insanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bunun en önemli nedeni de, Deccal dininin bu ürkütücü telkinlerinin, insanlara hayatın vazgeçilmez bir gerçeğiymiş gibi öğretiliyor olmasıdır.
1-P.M. Wise, M.J. Olsson, W.S. Cain, “Quantification of Odor Quality”, Chemical Senses 25, Oxford University Press, 2000, s. 429-443. 
2- M. Chastrette, “Trends in structure-odor relationships”, SAR QSAR Environ. Res. 6, 1997, s. 215-254.
3- P. Whitfield, D.M. Stoddard, “Hearing, Taste, and Smell; Pathways of Perception”, Torstar Books, Inc., New York, 1984. (http://www.macalester.edu/~psych/whathap/UBNRP/Smell/nasal.html)
4- Maya Pines, “Finding the Odorant Receptors”, Howard Hughes Medical Institute, 2001, http://www.hhmi.org/senses/d/d120.htm.
5- Diane Ackerman, A Natural History of the Senses, Vintage Books Edition, 1995, s. 6.

DECCAL DİNİNİN MEZHEPLERİ

Hadislerde Deccal’in fitnesinin tüm dünyayı saracağı bildirilmektedir. Bunun bir işareti de her dinden, her milletten, her inançtan bu sisteme uyanların olacağıdır. Bu fitne çok büyük ve kapsamlı olduğu için pek çok insan bilerek veya bilmeyerek bu tuzağa düşecektir. Bu, insanların fark etmeden de olsa Deccal’in savunduğu yaşam tarzına uymaları anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle dünya görüşleri ne olursa olsun, anarşi oluşturan ve anarşiyi savunan, şiddet uygulayan ve şiddetten yana olan, huzuru ve güvenliği bozacak eylemlerde bulunan kişilerin hepsi Deccal’in dinine tabi olmuşlardır.
Bununla birlikte bu dinin kendi içinde çeşitli “mezhepleri” vardır. Geride bıraktığımız yüzyılı incelediğimizde Darwinizm’den hayat bulan iki önemli ideolojinin insanlık üzerinde yıkıcı etkileri olduğunu görürüz: Komünizm ve faşizm.
Bu iki ideoloji, Deccal dininin iki ana mezhebi olarak kabul edilebilir. Her iki ideolojinin de kurucuları ve önde gelen liderleri günümüzde Deccal’in fikri sisteminin kökeni olan Darwinizm’in bağlılarıdır ve iki akım da Darwinizm’in derin etkisi altındadır. İnsanlığın başına sayısız felaketler getiren, dünyayı adeta bir arenaya çeviren bu mezhepler yakından incelendiğinde ortaya ilginç bir tablo çıkmaktadır: Her ne kadar birbirlerine zıt görüşlere sahiplermiş gibi görünseler de, her iki mezhebin pek çok ortak noktası bulunmakta, ikisinin de aynı kaynaktan, yani Darwinizm’den beslendikleri açıkça anlaşılmaktadır. (Detaylı bilgi için bakınız, Darwinizm’in İnsanlığa Getirdiği Belalar, Harun Yahya, Vural Yayıncılık, 2000). Bu mezhepler arasındaki ortak noktaları ve bu benzerliklerin asıl dayanak noktası olan Darwinizm’in temel fikirlerini kısaca şöyle maddeleyebiliriz:
Darwinizm
* Çıkış noktası bir Yaratıcının var olduğunu inkar etmektir. Ana hedefi de insanların din ahlakından uzak yaşadığı bir toplum oluşturabilmektir. Darwinizm, tesadüflerin ve rastlantıların ilah edinildiği bir din haline gelmiştir.

* Doğada “hayatta kalma mücadelesi”nin, dolayısıyla acımasızlığın hakim olduğunu öne sürer. Bu iddiaya göre diğer canlılar arasındaki amansız varoluş mücadelesi insanlar için de geçerli olmalıdır. Herkesin bir diğerini rakip olarak gördüğü bir ortamda, öfke, hırs ve nefret de en olağan duygular olarak algılanmaktadır.
*Hayat mücadelesi içinde hoşgörüye, merhamete ve diyaloğa yer yoktur. Eğer sadece güçlü olanlar ayakta kalabilecekse, bu durumda hoşgörü, merhamet ve diyalog, insanların en son ihtiyaç duyacakları şeylerden biri olacaktır.
* Darwinizm büyük bir aldatmacadan ibaret olan bir ideolojidir. Darwinizm’in öne sürdüğü tüm iddialar günümüzde modern bilim tarafından yalanlanmıştır.
Komünizm

*Dini, toplumları uyutan bir tür afyon olarak değerlendirir. Egemen olduğu tüm toplumlarda ilk mücadelesi dini inançlara karşı olmuştur.
* Lenin’in, “Gelişme zıtların mücadelesidir” sözü ile de dile getirdiği gibi, ilerlemenin ancak çatışma ile mümkün olacağını düşünür. Bu ideolojiye göre ilerleme ve gelişmenin kan dökmeden gerçekleşmesi mümkün değildir.
* Silahlı eylemler ve devrim, komünizmin vazgeçilmez araçlarıdır. Devrimlerin ve eylemlerin temelinde ise, toplum içindeki diğer sınıflara karşı duyulan öfke ve acımasızca intikam alma duygusu vardır.
* Komünizm her türlü farklılığa ve muhalefete karşıdır. Farklılığın tek anlamı vardır; bir çatışma öğesi olması. Komünist rejimlerde insanlar da dahil olmak üzere herşey tek tiptir. Bu tekliği bozmaya çalışan her türlü öğe rejim düşmanı olarak kabul edilir ve buna karşı olabilecek en sert tedbirler alınır. Böyle bir ortamda hoşgörünün yaşanması ve diyalog ortamının oluşması mümkün değildir.
* Komünizmin, sempatizanlarının sayısını artırabilmek için öne sürdüğü eşitlik, sosyal adalet ve özgürlük gibi kavramların ne kadar aldatıcı olduğu, komünizmin pratikteki uygulamalarında açıkça görülmüştür. Despot ve totaliter bir rejim olan komünizm için bu kavramlar sahte birer propaganda unsuru olmaktan öteye gitmemiştir.

Faşizm
* Faşizm ve tüm uygulamaları, din ahlakı ile taban tabana zıttır. Faşizmin en belirgin özelliklerinden birisi, kendisine göre sözde “kutsal” olan değerler uğruna binlerce masum insanın canına kıyabilmesi, üstelik bunu bir erdem olarak görmesidir. Bu nedenle savaş ve çatışma, faşizm için neredeyse “olmazsa olmaz” öğelerdir.
* Farklı ırklara karşı duyulan öfke ve nefret, faşizmin en temel dayanak noktalarından birisidir. Bu ırkçı iddia, sayısız savaşın, çatışmanın, katliamın ve etnik temizliğin çıkış noktasıdır.
* Faşizmde katı bir disiplin hakimdir. Karşıt olan her türlü fikir kökten yok edilir. Hitler’in iktidarı döneminde “Alman olmayan” fikirler içeren binlerce kitabın yakılması, bu zihniyetin sadece tek bir örneğidir.


Hitler, Mussolini, Franco gibi faşist diktatörler, faşist ideolojileri doğrultusunda binlerce masum insanın ölümüne, milyonlarcasının ise acı çekmesine sebep oldular
* Faşizm, insanları kazanmak için, onlara kendi ırklarının diğer tüm ırklardan üstün olduğu yalanını telkin eder. Asıl hedefi ırk üstünlüğüne dayalı bir sistem oluşturabilmektir. Ancak her ırkın yalnızca kendisinin üstün olduğunu iddia ettiği bir ortamda kavgaların ve savaşların sona ermeyeceği açıktır. Hitler ve Mussolini gibi faşist diktatörlerin halklarını içine sürükledikleri belalar, faşizmin savunduğu fikirlerin büyük bir aldatmacadan başka bir şey olmadığının en önemli ispatlarındandır.
Yukarıda saydığımız özellikler sadece bu ideolojiler hakkında genel bir fikir vermek için sıralanan birkaç maddeden ibarettir. Bu ideolojilerin günlük hayattaki uygulamalarına bakıldığında şiddet ve vahşetle ne kadar içiçe oldukları daha açık bir şekilde görülmektedir. Ancak asıl önemli olan Deccaliyetin ve ona bağlı ideolojilerin topluma verdikleri zararlara rağmen geniş kitleler tarafından benimsenebilmesidir. Bu nedenle Deccal sisteminin toplumu nasıl etki altına aldığı konusu üzerinde önemle durulması gerekir. Bu tespitin yapılması, söz konusu sisteme karşı yürütülecek olan fikri mücadelenin de ilk adımı olacaktır. Çünkü insanlar bir anda bencil, saldırgan, acımasız, nefret dolu ve intikam peşinde koşan bireyler haline gelmezler. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu, ancak insanların aşamalı olarak Deccal sistemine alıştırılmaları ile gerçekleşir. Bu süreç insanların çevrelerini algılayıp bir şeyler öğrenmeye başlamaları ile birlikte devreye girer ve ömür boyu aldıkları telkinlerle devam eder. Bu telkinlerin hareket noktası ise insanların Allah’a imandan uzaklaştırılmasıdır.
Ele aldığımız bu ana mezheplerin de kendi içlerinde farklı grupları ve uygulayıcıları vardır. Sitenin ilerleyen bölümlerinde, Deccaliyetin terör ile olan bağlantısını ele alırken bu alt gruplardan çeşitli örneklere değinilecektir. Ancak daha önce Deccaliyetin Kuran’da nasıl yer aldığını incelemekte fayda vardır.

KURAN’DA TARİF EDİLEN DECCAL KARAKTERİ

Peygamberimizin Deccal’i tarif eden hadislerindeki tanımlar Kuran’da anlatılan suçlu-günahkar karakteri ile çok büyük benzerlik göstermektedir. Kuran’da kötü ahlak özellikleri olarak bildirilen yalancılık, adaletsizlik, acımasızlık, zalimlik, insanlar arasında bozgunculuk çıkarmak, şiddet ve karmaşanın yayılması için çaba göstermek, insanları din ahlakından uzaklaştırmak gibi inkarcıların gösterdikleri ahlak, Darwinizm’in beslediği ideolojilerin de en belirgin özelliklerindendir.
Allah’ın Kuran’da, suçlu-günahkarlar olarak dikkat çektiği kişiler, yeryüzünde anarşi ve terör çıkaranlar, bunun için çeşitli tuzaklar kuranlar, kötülükten yana olanlardır. Bu insanlar Allah’ın koyduğu sınırları tanımayan, din ahlakını yaşamayan, suça ve günah işlemeye eğilimli insanlardır. ”Hiç şüphesiz suçlu-günahkarlar, bir sapmışlık (dalalet) ve çılgınlık içindedirler” (Kamer Suresi, 47) ayetinde bildirildiği üzere bu ahlakı yaşayan insanların uydukları yol sapkındır. Kuran’da suçlu-günahkarların çeşitli özellikleri anlatılmakta ve insanlar buna karşı şöyle uyarılmaktadırlar:
Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden ve O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu-günahkarları kurtuluşa erdirmez. (Yunus Suresi, 17)
Andolsun, sizden önceki nesilleri, resulleri kendilerine apaçık deliller getirdiği halde, zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yıkıma uğrattık. İşte biz, suçlu-günahkar olan bir topluluğu böyle cezalandırırız. (Yunus Suresi, 13) 
Kuran’da toplumun huzur ve güvenliğini bozan, insanlar arasında kargaşa çıkaran ve yeryüzünde kötülüğü yaygınlaştırmak için tuzak kuranların da suçlu-günahkarlar oldukları belirtilmektedir. Darwinizm’i kendisine temel alan materyalist ideolojilerin, komünizm ve faşizm gibi akımların önde gelen özelliklerinden birisinin de toplum düzenini bozmak ve anarşi oluşturmak olduğu göz önünde bulundurulursa, bu sistemi yaşayan ve yayanların Kuran’da anlatılan suçlu-günahkar kişiliği taşıyan insanlar olduğu anlaşılacaktır. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (Enam Suresi, 123)
Ayette de bildirildiği üzere bu kişiler kendi sistemlerini yaygınlaştırmak ve pekiştirmek için planlar yapacak ve çeşitli düzenler kuracaklardır. Bu durumda bu karakteri taşıyan kişilere ve bu sistemi yaygınlaştırmaya çalışanlara karşı verilecek olan fikri mücadele de son derece önemlidir. Çünkü yeryüzünde bozgunculuğun yerini barışın, çatışma ve anarşinin yerini huzurun ve istikrarın alması, ancak bozgunculuk yapanların bu faaliyetlerinin engellenmesi ile mümkündür. Bu da böyle bir girişimde bulunanların fikri alt yapılarının çürüklüğünün deşifre edilmesi ve çökertilmesi ile sağlanır. Böyle bir sorumluluğu ise ancak iman edenler üstlenebilir. Çünkü iman edenlerin üzerinde Deccaliyetin fitnesinin hiçbir şekilde etkisi yoktur. Müminler, Allah’ın Kuran’da tarif ettiği suçlu-günahkar karakterini yaşamaktan veya bu özelliklerin en küçük bir alametini dahi üzerlerinde taşımaktan şiddetle sakınan insanlardır. İman edenlerin yeryüzünde bozgunculuğu önleme sorumluluğunu Allah şöyle bildirmektedir:
Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı. (Hud Suresi, 116)
DECCAL KARAKTERİ NEFSİN AZGINLIĞI ÜZERİNE KURULUDUR

Suçlu-günahkarların en önemli özelliklerinden birisi kendilerine Kuran ahlakını değil, nefislerinin isteklerini -kişisel istek ve tutkularını- rehber edinmiş olmalarıdır. Oysa insanın nefsine uyması büyük bir beladır. İnsanın nefsine uymaya başlaması öncelikle kendi içinde bir karmaşa ve başı bozukluk yaşamasına neden olur. İnsanda vicdanına uymuş olmanın getirdiği rahatlığın ve huzurun yerini kendine güvensizlik, tedirginlik, endişe ve huzursuzluk alır..“… Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir…” (Yusuf Suresi, 53) ayetinde de buyurulduğu gibi nefis sürekli kötülüğü emreder. İnsana her zaman kıskançlık, haset, öfke, kin, intikam, sevgisizlik, merhametsizlik, saygısızlık, sorumsuzluk gibi kötü ahlak özelliklerini yaşatmak ister. İman eden bir kişi ise, nefsinin değil vicdanının sesini dinler, iradesini kullanır ve güzel bir ahlak gösterir. Çünkü Allah Kuran’da insana nefsinin kötülüklerinden sakınıp korunmayı emretmiştir ve insan vicdanına uyarak bu emri yerine getirebilir. Yani her insan neyin kötü olduğunu bildiği gibi, neyin iyi olduğunu ve kötülükten nasıl korunabileceğini de en iyi şekilde bilir. Bu gerçek ayetlerde şu şekilde açıklanır:
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Buna rağmen insanların büyük kısmı vicdanlarının sesini iyice kısıp duyamaz hale gelir ve kendilerini nefislerinin yönetmesine izin verir. Vicdanına uyan insanla nefsine uyan insan arasında ise çok önemli farklılıklar vardır. Vicdanının sesini dinleyen bir kişi, kendisini öfkelendirebilecek bir olayla karşılaştığında, öfkesine hakim olup itidalli davranır. Nefsinin sesini dinleyen kişi öfkesine kendini kaptırıp kin ve intikam duyguları ile hareket edebilir. Aynı şekilde, bir haksızlıkla karşılaşan kişi vicdanının sesini dinlediğinde, haksızlığa aynısı ile değil hak ve adalet ile cevap vermesi gerektiğini bilir. Nefsine uyan kişi ise kendisine haksızlık yaptığını düşündüğü kişiye daha fazlası ile karşılık vermek ister. Vicdanına uyan kişi merhametli, hoşgörülü, sabırlı ve fedakar olurken, nefsine uyan kişi acımasız, zalim, sabırsız ve bencil olur. Dolayısıyla nefsine uyan kişilerin çoğunlukta olduğu bir toplumda barıştan, huzurdan ve güvenlikten bahsetmek mümkün olmaz. Nitekim Allah ayetinde insanların nefislerine uymaları durumunda yeryüzünde düzen kalmayacağını bildirmiştir:
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)
İşte Deccal’in, dini ve manevi değerleri hedef almasının temel nedenlerinden birisi de budur. Çünkü din ahlakı, insanların vicdanlarını dinlemelerini ve nefsin kötülüklerinden korunup sakınmalarını gerektirir. Deccal’in ideolojisi ise tam aksini savunur. Bu nedenle insanları birbirine bağlayan, sosyal düzeni sağlayan unsurları -ki bu unsurların başında din ahlakı ve bu ahlaktan kaynaklanan manevi değerler gelir- bozar ve insanlar arasında karmaşa ve çatışmayı teşvik eder. Deccalliyetin insanların nefislerine uydukları bir düzen üzerine kurulu olduğunu Peygamberimiz (sav) bir hadisinde ise şu şekilde belirtmiştir:
Fitne-i ahir zaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hakim olamaz.6 
İslam alimleri bu hadisi yorumlarken, Deccal’in insanları tutku ve arzularına uymaya davet edeceğini, bunu süslü göstereceğini belirtmişlerdir. Örneğin Bediüzzaman Said Nursi bu hadisi açıklarken, ”… (insan) nefsine mağlup olup, o ateşe sarhoşhane bir sürüklenme ile düşer, yanar… (Deccal) pervane gibi nefisperestleri (nefsine düşkün olanları) etrafına toplar, sersem eder…” demiştir.
DECCAL YERYÜZÜNDE BOZGUNCULUK ÇIKARIR
Deccal’in sisteminin insanlara en büyük zararı veren yönü bu sistemin yeryüzünde bozgunculuk çıkarma, huzur ve düzen bırakmama üzerine kurulu olmasıdır. Deccal’in temel vasfı bozgunculuk çıkarabilmek için şiddet, terör ve anarşiyi körüklemesidir. Bozgunculuk çıkarmak çok geniş bir kavramdır. İnsanların huzurunu kaçıran, güvenlik ve barış ortamını bozan her unsur bozgunculuktur. İki ülke arasında hiçbir haklı gerekçesi olmadan yaşanan savaşlar, bir toplum içerisinde suni nedenlerle meydana gelen iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar, günlük hayatta karşılaşılan bireysel şiddet olayları, bozgunculuğun örnekleri arasında sayılabilir. Bu dönemde, gün geçtikçe sayısı artan ve yayılan savaşlar, çatışmalar ve şiddet olayları Deccal’in bozgunculuğunun boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Bozgunculuk Kuran’da dikkat çekilen ve insanların sakınması gereken tehlikelerden birisidir. Allah insanlara bozgunculuk çıkarmayı yasaklamış ve bozguncuları sevmediğini bildirmiştir. İnkarcıların yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkarmaya, savaş, çatışma ve karmaşa ortamı meydana getirmeye çalışmaları bir ayette şu şekilde belirtilmektedir:
… Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)
Görüldüğü gibi ayette bu insanların yeryüzünde sürekli bir savaş çıkarma girişimleri olduğuna dikkat çekilmiştir. Savaş, çatışma, terör, anarşi gibi kan dökme eylemleri Deccal’in en çok başvurduğu yöntemlerdir. Bir başka ayette bu Deccali zihniyet şu şekilde belirtilmektedir:
Ki (bunlar) Allah’ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah’ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. (Bakara Suresi, 27)
Kuran ahlakı ise insanların barış, huzur ve güvenlik içinde yaşamalarını öngörür. Kuran’da gösterilen hedef, her inançtan ve milletten tüm insanların güvenlik içinde yaşayabilecekleri bir ortam meydana getirebilmektir. Yeryüzünün düzene girmesi ise ancak din ahlakının yaşanması ve insanların vicdanlarına göre hareket etmesi ile mümkündür. Ayette şu şekilde buyurulur:
Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)
BOZGUNCULUK İNSANLAR ARASINDA ŞİDDETİN TEŞVİK EDİLMESİ İLE YAYILIR
Bozguncu ahlakın temelinde, hoşgörü ve sabır yerine kin ve intikam duyguları vardır. Savaşlar, çatışmalar ve terör eylemleri ile bozgunculuk çıkaran kişiler, sabretmeyi, adaletle hükmetmeyi, merhametli ve affedici olmayı bilmeyen, sorunları uzlaşma ile halletmek yerine şiddete başvurmayı tercih eden kişilerdir. Aynı şekilde Deccal’in dininde de insanlar uzlaşmacı değil, tam tersine çatışmacı bir karakter sergilerler. Bu, kin, öfke ve düşmanlık duygularını körükleyerek insanları birbirlerine düşüren bir kültürdür. Nitekim hadislerde Deccal’in kin, öfke ve şiddetin yaygın olduğu bir dönemde ortaya çıkacağı ve bu ortamdan istifade edeceği bildirilmiştir. Bu hadislerden bazıları şu şekildedir:
Deccal dinin güçsüzleştiği, ilmin yetersiz bir hale geldiği bir anda ortaya çıkar.7 
O günler akılların çelindiği günlerdir. İnsanlar birbirlerini öldürürler. Öyle ki kişi komşusunu, amcaoğlunu, yakınını öldürür; öldüren niçin öldürdüğünü, öldürülen de niçin öldürüldüğünü bilmez. 8

Aslında bu özellikler şeytanın karakterinin de temel özellikleri arasındadır. Şeytan da isyankar, uzlaşmaz, kindar ve öfkeli bir karaktere sahiptir ve dünyadaki amacı da insanları bu yönde teşvik etmektir. Bu nedenle şeytan insanların arasını açıp bozmaya çalışır. Allah bu tehlikeyi Kuran’da şöyle haber vermektedir:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Şeytanın etkisi altına giren kimseler, rahatlıkla hoşgörü gösterip geçebilecekleri olayları fazlasıyla büyütürler. Hoşlarına gitmeyen, kendi görüşleriyle uyuşmayan herşeye öfkeyle yaklaşırlar. Öfkelerinin etkisiyle doğru düşünemez, olayları adil ve objektif bir şekilde değerlendiremezler. Şeytan bu kimselerin içerisine düştükleri durumdan istifade eder; doğru düşünemeyen, şuursuzca hareket etmeye başlayan bu kimseleri suça eğilimli insanlar haline getirir. Onlara öfkelerini tatmin etmedikleri sürece huzur bulamayacakları telkinini verir.
Kuran’da Hz. Adem’in oğulları arasında yaşanan olayı anlatan kıssa, şeytanın telkini ile hareket eden bir kimsenin nasıl kontrolsüz ve saldırgan bir karakter sergileyebileceğine önemli bir örnektir:
Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder. Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmeni ve böylelikle ateşin halkından olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.” Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi tahrik edip zevkli göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu. (Maide (Suresi, 27-30)
Ayetlerde de görüldüğü gibi şeytanın telkini ile nefsine uyan kardeş, öfke ve kıskançlık ile hareket etmiş ve bu duyguları onu cinayet işlemeye kadar vardırmıştır. Mümin ahlakı gösteren diğer kardeş ise, karşı tarafın saldırgan tutumu ve haksız tavırları karşısında dahi itidalini kaybetmemiş, güzel bir ahlak göstermiştir.
Aynı şekilde Allah’ın kendisine verdiği nimetler nedeni ile Hz. Yusuf’a karşı kıskançlık ve öfke duyan kardeşleri de onu öldürmeye kalkışmışlar, Hz. Yusuf ise yaşadığı çeşitli olaylardan sonra kardeşleri ile tekrar karşılaştığında onlara hoşgörü göstermiş ve onları affetmiştir. Bu, Allah’ın iman edenlere emrettiği üstün ahlakın bir gereğidir. Ayette müslümanların güzel ahlakı şöyle tarif edilmiştir:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)
DECCAL İNSANLARI AŞIRILIĞA YÖNLENDİRİR

Deccal’in yeryüzünde bozgunculuk ve karışıklık çıkarmak için kullandığı bir başka yöntem de insanları aşırılığa, yani fanatizme teşvik etmesidir. Bu sistemde insanlar, inançları, fikirleri ya da idealleri uğrunda aşırılığa gitmelerinin meşru olduğuna inandırılırlar. Uzlaşma ve diyalog ile ulaşılabilecek sonuçları, ancak şiddete başvurarak elde edebilecekleri fikrine kapılırlar. Basit bir kıskançlık, yersiz bir öfke, vahşi cinayetlerle, acımasız saldırılarla neticelenebilir. Çünkü aşırı insan itidalden, sağduyudan ve akılcılıktan uzaklaşır. Mantıklı kararlar veremez, muhakemesini kaybeder. Sadece duyguları ile hareket eder. Tepkilerine ve üslubuna öfke ve hiddet hakim olur. Böylece şiddetin her türlüsünü hiç sorgulamadan ve vicdani rahatsızlık duymadan gerçekleştirebilecek tehlikeli gruplar ve bireyler ortaya çıkar.
Oysa Kuran ahlakı insanları, aşırılığa kaçmaktan ve haddi aşmaktan sakındırır. Allah bir ayetinde insanlara, hevalarına kapılarak işlerinde aşırılığa gidenlere itaat etmemelerini bildirmekte ve iman edenleri Deccal’in bu tuzağına karşı uyarmaktadır:
… Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi ‘istek ve tutkularına (hevasına)’ uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)
Aşırılık insanı Kuran ahlakından uzaklaştırır. Müminlerin en önemli özelliklerinden birisi ise koşullar ne olursa olsun itidalli ve dengeli olmaları, mütevazı, ılımlı ve hoşgörülü tavırlarından vazgeçmemeleridir. İman edenlerin sorumluluğu insanlara iyiliği emretmek ve onları kötülüklerden sakındırmaktır. Bu ise insanlara din ahlakını anlatarak ve din dışı sistemler ile fikri alanda mücadele ederek yerine getirilecek bir sorumluluktur. Mümin bu sorumluluğunu yerine getirirken kendi görevinin sadece doğruları anlatmak ve insanlara yol göstermek olduğunu bilir. İman etmeleri için insanları zorlamak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Allah, iman edenlere, ”dinde zorlama yoktur” (Bakara Suresi, 256) hükmüyle de buyurduğu üzere, insanları zorlamamaları gerektiğini bildirmiştir. İnsanlara hidayet verecek olan, yani onların iman etmesini sağlayacak olan Allah’tır. İman edenler ise sadece bu hidayete vesile olabilmek için çaba gösterirler:
Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir… (Bakara Suresi, 272)
DECCAL’E UYANLARIN ORTAK ÖZELLİĞİ:ŞEYTANİ MANTIKLA HAREKET ETME
Onun (Deccal’in) yanında iki nehir bulunacaktır. Göz birini bembeyaz bir su, diğerini kaynayan bir ateş olarak görecek, fakat içeri girenler bunun tam tersi olduğunu bulacak. 9 
Onun (Deccal’in) fitnelerinden birisi de yanında cennet ve cehennemin bulunuşu olacaktır. Onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennettir. 10 
Yukarıdaki hadisler, Deccal’in insanlara iyiyi kötü, kötüyü iyi gösterdiğini anlatan rivayetlerden ikisidir. Bu, şeytanın da özelliklerinden biridir. Şeytan da, tıpkı Deccal’in insanları anarşi ve teröre davet ederken yaptığı gibi, insanların ancak kendisine uyduklarında kurtuluşa ereceklerini ve kendisinin doğru bir yol üzerinde olduğunu iddia eder. İnsanları dinsizliğe ve inkarcı bir ahlaka çağırırken onların iyiliğini istediği yalanını öne sürer:
De ki: “Bize yararı ve zararı olmayan Allah’tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: “Doğru yola, bize gel” diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?” De ki: “Hiç şüphesiz Allah’ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk.” (Enam Suresi, 71)
Aynı şekilde şeytana uyan insanların da iyilikten başka bir şey istemediklerini iddia etmeleri bir ayette şu şekilde belirtilmiştir:
Öyleyse, nasıl olur da, kendi ellerinin sundukları sonucu, onlara bir musibet isabet eder, sonra sana gelerek: “Kuşkusuz, biz iyilikten ve uzlaştırmaktan başka bir şey istemedik” diye Allah’a yemin ederler? (Nisa Suresi, 62)
Deccalin sisteminde insanların kötüyü iyi görmelerine verilebilecek en çarpıcı örneklerden biri şiddetin, çatışmaların ve kavgaların olağan karşılanmaya başlanmasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi insanlar, isteklerini elde etmenin en etkili yolunun şiddete başvurmaları olduğuna kendilerini ve çevrelerini inandırmışlardır. Masum insanları katleder, hiçbir suçu olmayan insanlara zarar verirken bunları kendilerince hak bir mücadele için yaptıklarını düşünürler. Terör örgütlerinin üyeleri ile ya da dünyanın çeşitli bölgelerinde savaş ve çatışmalara neden olan insanlardan biri ile görüşüldüğünde, hepsi şiddete başvurmakta sözde ne kadar haklı olduklarını anlatacaklardır. Oysa bu büyük bir yanılgı ve zalimliktir. Masum ve savunmasız insanlara karşı şiddete başvuran hiçbir mücadele haklı değildir.
Bu yanılgının temelinde ise söz konusu kişilerin şeytana ve onun bir uzantısı olan Deccal’e uyuyor olmaları, diğer bir deyişle şeytanın mantığı ile hareket ediyor olmaları vardır. Oysa herşeyin Yaratıcısı olan Allah insanlara, şeytanın yolunu izlememelerini emretmiştir. Allah bu emrini ayetlerinde şu şekilde bildirmektedir:
Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 168)
Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 6)
Rabbimizin tüm bu emirlerine rağmen şeytanın mantığı ile hareket eden bir kişinin aklı ve kalbi kapanır. Akılda ve kalpte meydana gelen bu kapanma inkar edenlerin ve din ahlakını yaşamayanların genel bir özelliğidir. Kuran’da gözleri olduğu halde gerçekleri göremeyen, kulakları olduğu halde duymayan kişilere dikkat çekilmiş, Allah’ın bu kişilerin kalplerini de mühürlediği şöyle bildirilir:
Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azab onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: “Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz” derler. İşte Allah, bilmeyenlerin kalblerini böyle mühürler. (Rum Suresi, 58-59)
Kuran’da, “… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (Araf Suresi, 179) ayetiyle de belirtildiği gibi insanın görme ve işitme duyusunun çalışmaması, kalbin ölü hale gelmesine işaret etmektedir. Böyle bir şuur kapanıklığı, Deccal’in sistemine uyanların, vicdanlarını tamamen terk etmiş, doğruyu yanlıştan ayırt edecek bir anlayışa sahip olmayan, zalim kimseler olduklarını göstermektedir. Böyle bir insan bir olayın kendisine ve çevresine vereceği zararlara önem vermez ve rahatlıkla insanlara zulmedebilir. Deccal’in yalanlarına kapılır ve iyiyi kötü, kötüyü iyi olarak görmeye başlar. Böyle insanların durumu Kuran’da şu şekilde belirtilmektedir:
Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar. (Enam Suresi, 39) 
Allah, şeytanla işbirliği içinde olan ve yeryüzünde de şeytanın mantığını yaşatmaya çalışan bu zalim insanların, ahirette alacağı karşılığı şöyle haber verir:
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 120-121)
DECCAL’İN KURDUĞU TUZAKLAR DA ALLAH’IN KONTROLÜNDEDİR
Peygamberimiz (sav) hadislerinde Deccal’in tuzaklarının büyüklüğüne dikkat çekmiş ve bizi bu tuzaklara karşı uyarmıştır. Gerçekten de Deccaliyetin fitnesi, samimi iman edenler hariç, neredeyse tüm insanları içine alabilecek büyüklüktedir. Bugün dünya genelinde yaşanan ahlaki dejenarasyon ve kaos ortamının etraflıca düşünülmesi, bu fitnenin boyutunun daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. Hangi ülkeden, hangi milletten, hangi ırktan olursa olsun insanlar bu bozulmaya ve fitneye bizzat şahitlik etmektedirler.
Ancak bu noktada unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır. Kuran’da pek çok ayette iman etmeyenlerin kurdukları tüm tuzakların gerçek sahibinin Allah olduğu bildirilmiştir. Allah insanları denemek, salih olanları ortaya çıkarmak, onları eğitmek, inkarcıların da küfrünü göstermek ve daha pek çok hikmet gereğince, şeytanın yeryüzündeki faaliyetlerini ve dolayısıyla Deccaliyeti de kader içinde yaratmıştır. Ancak Deccaliyet mutlak mağlup olacak şekilde yaratılmıştır. Dolayısıyla inkar edenlerin tuzakları, Allah’ın izni ile, hiçbir zaman başarıya ulaşamayacak tuzaklardır. Bir ayette bu sır şöyle haber verilir:
Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim Suresi, 46)
Tarih boyunca inkar eden ve insanları inkara sürüklemek isteyenler çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Ancak kurulan tüm tuzaklar, Allah’ın kanununun bir neticesi olarak, bozulmuş ve kendi sahibine dönmüştür. Bu, Allah’ın değişmez bir kanunudur. Bir ayette şu şekilde bildirilmektedir:
… Onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)
Aynı son, Deccal’in kurduğu tuzaklar ve doğrudan Deccal’in fikir sistemi için de geçerlidir. Bu sistem de insanları Allah’ın yolundan alıkoyabilmek için kurulmuş özel bir tuzaktır. Kurulan tuzaklar ne kadar büyük, oluşturulan plan ne kadar kapsamlı ve etkili olursa olsun hepsi Allah’ın kontrolü altındadır. Deccal de, onun kurduğu tuzaklar da yalnızca Allah’ın dilemesi ile vardır. ”Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (İnsan Suresi, 30) ayetiyle de buyurulduğu gibi, Allah dilemedikçe hiç kimse bir şey dileyemeyeceği gibi, ne bir tuzak kurmaya ne de bu tuzağı hayata geçirmeye güç yetirebilir.
6-Philip Morrison, “The Silicon Gourmet”, Scientific American, Nisan 1997, s.92.
7- Stuart Firestein, “Olfactory Receptor Neurons”, Encyclopedia of Life Sciences, Aralık 2000, http://www.els.net.
8- Heinz Breer, “Olfaction”, Encyclopedia of Life Sciences, Ağustos 1999, http://www.els.net.
9- Heinz Breer, “Olfaction”, Encyclopedia of Life Sciences, Ağustos 1999, http://www.els.net.
10- Heinz Breer, “Olfaction”, Encyclopedia of Life Sciences, Ağustos 1999, http://www.els.net.

MESİH DECCAL NEREDE?

Ahir zamanın anlatıldığı hadislerde, yeryüzünde kötülüğü organize edecek, insanları din ahlakından uzaklaştıracak, kargaşa ve bozgunculuğa neden olacak Deccal’in çıkışı, kıyametin büyük alametlerineden biri olarak haber verilmektedir. Son zamanlarda yeryüzünde artan şiddet, işkence,anarşi, kargaşa, katliam, savaş, çatışma, zulüm, devlet
ve örgüt terörleri Deccal’in çıktığını ve bunları yönettiğini gösteriyor.( En Doğrusunu Allah Bilir)

Peygamberimiz (sav)’in hadislerine göre Deccal’in kayalık bir mevkide saklanacağı anlaşılmaktadır. Nitekim Kudüs’teki Harem-i Şerif bölgesinin altı kayalık bir yapıdadır. Peygamberimiz (sav)’in üzerine basarak miraca yükseldiği, sonradan üzerine Kubbet-üs Sahra’nın inşa edildiği kutsal kaya Hacer-i Muallak da burada bulunmaktadır. Hadiste bildirilen kayalık bölgenin, Kubbet-üs Sahra ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Harem-i Şerif olması ve Deccal’in burada saklanıyor olması muhtemeldir.
Hadislerde yer alan bilgilere göre, Hz. İsa’nın yeniden yeryüzüne gelmesi, Hz. Mehdi’nin zuhuru, Deccal’in ortaya çıkması aynı dönem içinde olacaktır. Hz. İsa ile Hz. Mehdi’nin beraber namaz kılacakları Peygamberimiz (sav) tarafından haber verilmiştir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
İMAMLARI salih bir insan olan MEHDİ OLDUĞU halde, BEYTÜ’L MAKDİS’E SIĞINIRLAR. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, MERYEM OĞLU İSA SABAH VAKTİNDE İNMİŞTİR. Mehdi, Hz. İsa’yı öne geçirmek için arkaya çekilir. HZ. İSA ONUN OMUZLARINA ELİNİ KOYAR ve ona der ki, “Geç öne namazı kıldır. Zira kamet senin için getirilmiştir… Namazı bitirip dönünce Hz. İsa, “Mescid’in kapısını açınız” der. Kapı açılınca, arkasında hepsi taylasanlı yetmişbin kişiyle birlikte DECCAL’İN BEKLEMEKTE OLDUĞU GÖRÜLÜR…1 
Deccal, Yüzyılın Başında Çıkacaktır
Hadislerde Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin, Mesih Deccal’in fitnesine karşı birlikte bir fikri mücadele yürütecekleri de haber verilmiştir. Bu mücadelenin hangi dönemde gerçekleşeceğine dair de hadislerde işaretler vardır. Peygamberimiz (sav), bir hadis-i şerifinde Deccal’in yüzyılın başında çıkacağını bildirmiştir:
Dünya kurulduğundan beri her yüzün başında önemli bir olay olmuştur. BİR YÜZÜN BAŞLARINDA DA DECCAL ÇIKAR ve Meryem oğlu İsa nüzul ederek (yeryüzüne inerek) onu yok eder.2 
Peygamberimiz (sav) bir başka hadisinde ise şöyle bildirmektedir:
Bu ümmetin ömrü BİN SENEYİ GEÇECEK, fakat BİN BEŞ YÜZ SENEYİ aşmayacaktır…3 
Peygamber Efendimiz (sav), ümmetin ömrünün 1500 seneyi geçmeyeceğini bildirdiğine göre, bu büyük olayların meydana gelişinin 2000′li yıllara işaret ediyor olması muhtemeldir.
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi, hicri 1327′de Şam’daki Emevi Camii’nde ünlü hutbesinde, 1371′den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yaparken, Hz. Mehdi’nin büyük fikri mücadelesinin 2000′li yıllarda gerçekleşeceğine dikkat çekmiştir:
Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat, ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek.4
Said Nursi, sözünün son kısmında yer alan “yarım asır sonra” ifadesiyle hicri 1421 yani 2001 yılında Hz. Mehdi’nin vesilesiyle, materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin yok olacağına işaret etmiştir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi’nin çıkış tarihi hakkında başka bir izahında ise, Hz. Mehdi’nin kendisinden sonra geleceğini bildirmiş ve “İstikbal-i dünyeviyede (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA GELECEK bir hakikati asırlarında karib (yakın) zannetmişler.” (Sözler, 318) ifadesiyle çıkış tarihine bir defa daha işaret etmiştir. Bediüzzaman başka bir izahında ise “acib şahıs” olarak nitelediği Hz. Mehdi’ye ortam hazırlamakta olduğunu haber vermiştir:
“O ileride gelecek ACİB ŞAHSIN (şaşılan ve hayret uyandıran şahsın) bir hizmetkarı ve ona yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve o büyük kumandanın pişdar bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum.” (Barla Lahikası, 162)
Deccal şu anda çıkmış olabilir mi?
Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in çıkış alametleri olduğunu bildirdiği olayların birbiri ardınca gerçekleşmiş olması, Mesih Deccal’in ortaya çıktığını işaret eden alametler olarak kabul edilmektedir. Gerek yakın tarihte gerçekleşen alametler gerek içinde bulunduğumuz dönemde Dünya üzerinde yaşanan olaylar, Peygamberimiz (sav)’in ve İslam alimlerinin, Mesih Deccal’in ortaya çıkacağı tarih ve yapacağı faaliyetler hakkında verdikleri bilgilerle tam olarak mutabıktır. Büyük İslam alimi Said Nursi “…Deccal, büyük bir baskı ve büyük bir zulüm ve büyük bir şiddet ve dehşet ile hak ettiklerinden büyük bir iktidar görünür.” 6  sözleriyle Deccal’in gücünün ve iktidarının şiddete ve baskıya dayalı olduğunu bildirmektedir. Son zamanlarda yeryüzünde iyice artan ve şimdiye kadar benzeri olmamış bir boyuta ulaşan şiddet, anarşi, kargaşa, katliamlar ve terör olayları ise Deccal’in faaliyet halinde olduğuna ve tüm bunları adeta yönettiğine işaret etmektedir.
Günümüzde Ortadoğu’da yaşananlar Deccal’in fitnesinin bir parçası mı?
Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in tüm kesimlere farklı metodlarla yaklaşacağı ve onları birbirlerine düşürerek yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk çıkarmaya çalışacağına işaret edilmektedir. Deccal’in bazı kesimlere oynamaya çalıştığı oyuna göre, Ahir Zamanda beklenen müjdeli gelişmelerin gerçekleşebilmesi için, bunun öncesinde medeniyetlerin birbirine düşman olup yeryüzünde büyük bir savaş yaşanması gerekmektedir. Bu amaçla Deccal bazı grupları Hz. İsa’nın gelişine kadar pek çok ön şartın oluşması gerektiğine, bunlardan en önemlisinin de dünyada savaş, kargaşa ve anarşi ortamının yaşanması olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Etkisi altına aldığı insanlara, Mesih’in gelişinden önce barışı vaaz etmenin sözde bir delalet, kutsal kitapların sözüne karşı gelmek ve hatta Deccallik olacağına inandırmakta, bu yolla Ortadoğu’da gerilimin düşürülmemesi gerektiğine ikna etmektedir.7Bu doğrultuda savaş karşıtı ülkeleri ve barış hareketlerini Deccal hareketi olarak göstermekte, Mesih gelene kadar asla barış olmaması için bölgedeki savaş ortamının mutlaka sürmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Dolayısıyla günümüzde Ortadoğu topraklarında yaşanan gelişmelerde Deccal’in fitnesinin önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkündür. (En doğrusunu Allah bilir) Ancak bununla birlikte unutulmaması gereken bir konu ise, tüm bu gelişmelerin bir kader dahilinde Allah’ın izniyle gerçekleştiğidir.
Deccal ortaya çıktığında hemen tanınacak mı?
Günümüz dünyasında yaşananlar her    ne kadar Deccal’in sessizce faaliyetlerine başladığını gösteriyor olsa da, Deccal’in bizzat kendisi henüz tanınmamaktadır. Bunun sebebi ise Deccal’in türlü aldatmacalar ve hilelerle kendisini insanlara farklı şekilde tanıtmasıdır. Bu nedenle negatif bir güç olduğu da hemen anlaşılamayacak ve hemen tanınamayacaktır. Ayrıca hadislerde Hz. İsa’nın Deccal’i arayacağı haber verilmekte ve bu da Deccal’in bir süre saklanacağına işaret etmektedir.
Deccal nasıl saklanacak?
Peygamberimiz (sav), Deccal’in gizlilik içinde hareket edeceğine şöyle işaret etmiştir:
“Deccal yola çıkıp ilk defa Dımşk şehrinin doğuya bakan kapısının yanına gelecek… ARANACAK, FAKAT YAKALANMAYACAK… Sonra Kisve nehrinin sularının yanında görülecek… ARANACAK, NE TARAFA GİTTİĞİ BİLİNMEYECEK…” 8
Hadis-i şerifte, “Deccal’in aranacağının, ancak bulunamayacağının” bildirilmiş olması, gizli olarak hareket edeceğini göstermektedir. Deccal, açık olarak ortaya çıkacağı dönem gelinceye kadar fazla dikkat çekmeden, yavaş ve derinden faaliyet gösterecektir. Bu dönem boyunca, Deccal ve taraftarları için gizlilik esas olacak, bu amaçla gizli teşkilatların desteğini alacaktır. Bu gizliliğin bir gereği olarak Deccal, derin devletler oluşturup onların başına geçecek, adeta “görünmez bir güç” gibi hareket edecektir. Bu sayede sinsi bir şekilde bozgunculuğu organize edecektir.
Günümüzde Ortadoğu topraklarında yaşanan gelişmelerde Deccal’in fitnesinin önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkündür.
Deccal nerede ortaya çıkacak?
Hadislerde Hz. İsa’nın, Deccal’i Beytü’l Makdis yakınlarında yok edeceği haber verilmektedir:
“… Müteakiben  Hz. İsa, DECCAL’İ ARAR ve nihayet BEYTÜ’L MAKDİS’E (MESCİD-İ AKSA) YAKIN BİR YER olan Bab-ü Lüdd (Lüdd Kapısı) denilen mevkide yetişerek, ONU YOK EDER.”9
 ”İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (BEYTÜ’L MAKDİS’E YAKIN BİR BELDE) karşılaşır ve onu yok eder.”10
Bu hadislere göre, Deccal Beytü’l Makdis yakınlarında bulunacaktır. Beytü’l Makdis, şu anki Mescid-i Aksa’nın da içinde olduğu Harem-i Şerif’in bulunduğu kutsal alana verilen addır. Bu da Deccal’in faaliyet merkezinin Mescid-i Aksa ve çevresinde olacağına işaret etmektedir.
Deccal, Anarşi ve Terörü Teşvik Eder
Hadislerde Deccal’in tüm yeryüzünde fitne ve karışıklığa neden olacağı bildirilmiştir. Son zamanlarda yeryüzünde artan şiddet, işkence, anarşi, kargaşa, katliam, savaş, çatışma, zulüm, devlet ve örgüt terörleri Deccal’in çıktığını ve bunları yönettiğini gösteriyor. Bir hadiste bu durum şöyle haber verilmiştir:
… (O sırada) FİTNELER, KARIŞIKLIKLAR, İHTİLALLER çok olur da insanlar BİRBİRLERİNİ ÖLDÜRÜRLER. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar. İşte öyle sıkıntılı bir zamanda … MEL’UN (lanetlenmiş) DECCAL … çıkar..5 
Kuran’da da Allah, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp düzeni bozan, kötülüğü örgütleyip düzenleyen, sürekli savaş çıkarmak isteyen insanların varlığını bildirmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur:
… Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)
Deccal, bu ahlakın önde gelen temsilcisidir. Daha çok kan dökmek için şiddeti, terörü ve anarşiyi birer zulüm silahı olarak kullanır. Diğer hadislerde de, ahir zamanda öldürmelerin artacağı, Deccal’in yönlendirmesiyle çıkan savaşların her yeri tahrip edeceği şu şekilde bildirilmiştir:
“Zaman (kıyamet) yakınlaşır, amel eksilir, insanlara aşırı cimrilik ve hırs atılır, herc çok olur” buyurdu.
Sahabiler: Herc nedir? diye sordular.
Rasulullah: “ÖLDÜRMEK, ÖLDÜRMEK!” buyurdu.6 
Hiçbir belde yoktur ki onu DECCAL ORDULARI ÇİĞNEMEYECEK OLSUN.7 
Günümüzde ülkeler arasında hiçbir haklı gerekçesi olmadan yaşanan savaşlar, bir toplum içerisinde suni nedenlerle meydana gelen iç çatışmalar, masum ve sivil insanları hedef alan terörist saldırılar, Deccal’in sebep olduğu bozgunculuğun örnekleridir.
Deccal’in Anarşi ve Terörü Yaygınlaştırmak İçin Uyguladığı Taktikler
Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde Deccal’in yeryüzünde neden olacağı kargaşa ve bozulmaya dikkat çekmiştir. Üstad, Deccal’in anarşi ve terörü yaygınlaştırmak ve bu yolla Yecüc ve Mecüc’e (Yecüc ve Mecüc, ahir zamanda ortaya çıkacağı bildirilen kıyamet alametlerindendir.) zemin hazırlamak için başvuracağı taktikleri de açıklamıştır. Bediüzzaman’ın konuyla ilgili sözü şu şekildedir:
… Büyük Deccal, şeytanın iğvası (telkinleri) ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkamını (İseviliğin hükümlerini) kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayatlarını) idare eden RABITALARI (birleştiren unsurları) BOZARAK ANARŞİSTLİĞE ve YECÜC MECÜC’E ZEMİN HAZIR EDER… Şeriat-ı Muhammediye’nin (a.s.m.) (Peygamberimiz (sav)’in getirdiği Kuran ahlakının gereklerini) ebedi bir kısım ahkamını (hükümlerini) nefis ve şeytanın desiseleriyle (aldatmacalarıyla) kaldırmaya çalışarak hayat-ı beşeriyenin (insan yaşamının) maddi ve manevi rabıtalarını (birleştiren unsurlar) bozarak, serkeş (inatçı) ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine (nefsi tutkular) bataklığında birbirine saldırmak için cebri (zorla) bir serbestiyet (özgürlük) ve ayn-ı istibdat (baskı) bir hürriyet vermek ile DEHŞETLİ BİR ANARŞİSTLİĞE MEYDAN AÇAR…8 
Deccal’in bu hedefine nasıl ulaştığını ise Bediüzzaman şu şekilde anlatmaktadır:
1. İnsanların nefislerine uymalarını sağlayarak
.. Şeriat-ı Muhammediye’nin (a.s.m.) (Peygamberimiz (sav)’in getirdiği Kuran ahlakının gereklerini) ebedi bir kısım ahkamını (hükümlerini) NEFİS VE ŞEYTANIN DESİSELERİYLE (aldatmacalarıyla) KALDIRMAYA ÇALIŞARAK…
Üstad’ın da işaret ettiği gibi Deccal, insanları din ahlakını uygulamaktan uzaklaştıracaktır. İnsanlara vicdanlarına değil nefislerine uymayı telkin edecektir.
2. İnsanların arasındaki hürmet ve merhameti kaldırarak
… hayat-ı beşeriyenin (insan yaşamının) maddi ve manevi rabıtalarını (birleştiren unsurlar) bozarak, serkeş (inatçı) ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak HÜRMET VE MERHAMET GİBİ NURANİ ZİNCİRLERİ ÇÖZER…
Allah’ın insanlara emrettiği ahlakın gereği olan fedakarlık, yardımseverlik, şefkat, merhamet, sevgi, tevazu; insanları maddi ve manevi olarak güçlendiren, birarada tutan, toplum içinde düzeni ve dirliği sağlayan unsurlardır. Deccal, bu unsurları ortadan kaldıran telkinler vererek düzeni bozar. Üstad da bu gerçeğe işaret etmiştir.
3. İnsanları baskı altında tutarak 
… hevesat-ı müteaffine (nefsi tutkular) bataklığında birbirine saldırmak için cebri (zorla) bir serbestiyet (özgürlük) ve ayn-ı istibdat (baskı) bir hürriyet vermek ile DEHŞETLİ BİR ANARŞİSTLİĞE MEYDAN AÇAR… 
Üstad bu sözleriyle, Deccal’in oluşturduğu nefsani ortamda insanların sözde kendilerini özgür sandıklarına, oysa aslında büyük bir baskı ve kontrol altında tutulduklarına dikkat çekmiştir. Deccal’in telkinini yaptığı sistemde, insanların çoğunluğu nefislerine uyarak kendilerinin sözde modern ve özgür bir hayat yaşadıklarını sanırlar. Zevkleri, eğlenceleri, sohbetleri, hatta giyimleri ve yemekleri dahi yönlendirildikleri yaşam modeline uygun olarak aynı anlayışı temsil eder. Deccal’in amacı, bu yolla kitleleri cahil bırakmak; düşünmekten, kavramaktan, değerlendirmekten yoksun hale getirmektir. Çünkü cahil kitleleri yönetmek son derece kolaydır. Bununla birlikte, nefse dayalı bu sistemde insanları akıl ve vicdanları değil hırsları ve tutkuları yönlendirir, bu nedenle de büyük bir karmaşa ortaya çıkar.
Deccal’in hedefine ulaşmak için başvurduğu başka yöntemler de vardır. Hadislerde işaret edildiği gibi, bunlardan biri de Deccal’in peygamberliğini ve sözde ilahlığını (Allah’ı tenzih ederiz) ilan ederek kitleleri etki altına almaya çalışmasıdır.
Deccal, Önce Peygamberliğini Sonra Sözde İlahlığını İlan Edecektir 
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
(Deccal) Çıktığı zaman … herkes ONU SAHİCİ BİR MÜRŞİT SANIP peşine takılacak, sonra Küfe’ye gelince aynı şekilde çalışmalarını sürdürecek, DERKEN PEYGAMBERLİK İDDİA EDECEK… Bunu gören akıl sahibi kişiler ondan ayrılacaklar… Daha sonra ULUHİYET (ilahlık) DAVASINDA bulunacak… Haşa “Ben Allah’ım” diyecek…. (Taberani bunu Sahabi olan b. Mu’temer’den böyle rivayet etmiştir.)9 
Deccal’in hadislerde bildirilen özelliklerinden biri de kendini bir mürşit gibi hatta bir peygamber gibi tanıtmasıdır. Bu da Deccal’in kötülüğü organize ederken insanları sözde Allah adına, sanki dini bir amaç güdüyormuş gibi görünerek yönlendireceğine işaret etmektedir. Deccal en sonunda da sözde ilahlığını ilan edecektir. (Allah’ı tenzih ederiz.)
Bir başka hadiste ise, Deccal’in bu sapkınlığı şöyle haber verilir:
O (Deccal) önce: “BEN BİR PEYGAMBERİM”, diyecektir. Halbuki benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Sonra ikinci bir iddiada bulunarak: “BEN RABBİNİZİM”, diyecektir. Halbuki siz ölünceye kadar Rabbiniz’i göremezsiniz…10 
Hadislerde verilen bilgilerden de açıkça anlaşıldığı gibi Deccal kendisini safha safha gösterecektir. Asıl düşüncesi kendisinin sözde ilah olduğudur. Ancak bunu ilk planda açıkça ifade etmesi durumunda planlarının zarar görebileceğini düşündüğünden, yavaş yavaş telkinde bulunur. Bu nedenle önce yol gösterici olduğunu iddia eder, sonra peygamber olduğunu, sonraysa sözde ilah olduğunu söyler.
Deccal şeytanın telkinleriyle hareket eder. Deccal’in yardımcısı ve dostu şeytandır. Peygamber Efendimiz (sav), Deccal’in, şeytandan ve dostlarından yardım alacağını bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)’in haber verdiği gibi, Deccal, şeytanın da yardımı ve desteğiyle kendisinin sözde ilah olduğu yalanını insanlar arasında yayar:
… ŞEYTANLAR ONA: “NE İSTERSEN SÖYLE, YAPALIM!” diyecekler. O da: “Haydi gidin, insanlara benim onların Rabbi olduğumu söyleyin!” deyip her birini bir tarafa salacak…11 (Allah’ı tenzih ederiz.)
Kuran’da ise şeytanın hakimiyeti altına girmiş insanların durumu şöyle haber verilir:
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’, artık bu, onun bir yakın dostudur. (Zuhruf Suresi, 36)
Deccal imansızlığının bir göstergesi olarak, Allah’tan korkacağına şiddetle şeytandan korkarak, onun emirlerini yerine getirir. Ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, şiddeti ve terörü teşvik etmek, insanların kanını dökmek, insanları kötülüğe yönlendirmek için ondan emir almaktadır.
Hadislerden anlaşıldığına göre, Deccal’in gizlice faaliyet gösterdiği içinde bulunduğumuz bu dönem, kendisinin mürşit olduğunu öne sürdüğü dönemdir. () Deccal’in mürşitlik iddiasında olması bazı imanı ve aklı zayıf kişileri etkileyebilir. Oysa Deccal sözde İlahlık iddiasında olduğu için, Rabbimiz’e, peygamberlere, din ahlakına düşman bir kişidir. (Allah’ı tenzih ederiz)
Hz. Muhammed (sav)’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya, Hz. Davud’a, Hz. Süleyman’a ve diğer tüm mübarek peygamberlere karşıdır. Bediüzzaman da Deccal’in kutsal değerlere olan düşmanlığını bir hikmetli sözünde şöyle belirtmiştir:
Büyük Deccal’in ispirtizma nevinden teshir edici (hipnoz edici) özellikleri bulunur… Sadece dünyayı maksad edinen bu münkir (inkarcı), mutlak inançsızlıktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata (kutsal değerlere) hücum eder.12 
Deccal’in açıkça sözde ilahlığını iddia ettiği döneme gelindiğindeyse, Hz. İsa, Allah’ın izniyle onu ve tüm hilelerini yerle bir edecektir.
Yalancı Mucizeleriyle Çoğu İnsanı Aldatabilir
Hadislerde Deccal’in sözde ilahlığını iddia ederken bazı aldatıcı yöntemler kullanarak, şeytanın da yardımıyla yalancı mucizeler (istidrac) gerçekleştireceği bildirilmektedir:
Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye: “Söyle bakayım! Eğer ben SENİN İÇİN ANANI VE BABANI DİRİLTİRSEM benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?” diyecek. Bedevi de: “Evet,” diyecek. Bunun üzerine İKİ ŞEYTAN ONUN BABASI VE ANASI SURETLERİNDE ONA GÖRÜNECEKLER…13 
Bunun üzerine Deccal, başındaki şekavet (haydutluk, bedbahtlık) ehline:
“Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem, benim uluhiyet (ilahlık) iddiası işinde şüphe eder misiniz?” diye sorar.14 
Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak O KİŞİYİ ÖLDÜRÜP TESTEREYLE BİÇECEK. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal (orada bulunanlara): “Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. ŞİMDİ BEN ONU DİRİLTECEĞİM…” diyecektir.15
Hadislerde verilen bilgilerde görüldüğü gibi, Deccal yalancı mucizelerini, sözde ilahlık iddiasını insanlara kabul ettirebilmek için kullanacaktır. Zayıf akıllı insanlar bunları adeta birer “mucize” zannedebilirler. Oysa mucize, Allah’ın veli kullarına lutfettiği bir nimettir. Deccal’in gösterdiği olağanüstü olaylar ise birer istidrac, yani Allah’ın insanları denemek için yarattığı ve kafirlerde görülen yalancı mucizelerdir.
İslam alimleri Deccal’in bu yalancı mucizeleri gerçekleştirirken, büyü, hipnotizma gibi yöntemler kullanabileceğine işaret etmişlerdir. Bediüzzaman Said Nursi, Deccal’in bu yönünü şöyle açıklamıştır:
Ve onların başına geçen en büyükleri, İSPİRTİZMA VE MANYETİZMANIN HADİSATI NEV’İNDEN (hipnotizma ve cinlerle bağlantı şeklinde olaylarla) MÜTHİŞ HARİKALARA MAZHAR (sahip) OLAN DECCAL ise, daha ileri gidip, cebbarane (zorla) suri (hakiki, ciddi ve samimi olmayan) hükumetini bir nevi rububiyet (Rablik, sahiplik) tasavvur edip Uluhiyetini (İlahlığını –Allah’ı tenzih ederiz-) ilan eder…16 
Üstad’ın da sözünde belirttiği gibi, Deccal hipnotizma ve büyü gösterileri gibi aldatmacalarla yeterince bilgi sahibi olmayan veya imanen zayıf olan pek çok kişiyi kandırabilir. Özellikle de bütün Hıristiyan dünyasının Hz. İsa’yı ve Yahudilerin de Mesihi bekledikleri bir dönemde, Deccal’in gösterdiği yalancı mucizeler ve hileleri, pek çok kişinin Deccal’e aldanmasına neden olabilir.
Deccal, Müslümanların, Ehl-i Kitabın (Yahudi ve Hıristiyanların) En Büyük Düşmanı Olacaktır
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, Deccal’in insanları belaya sürüklerken, iyilik yapıyormuş gibi görünebileceğine dikkat çekmiştir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
Deccal çıktığı vakit, beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ATEŞ OLARAK GÖRDÜĞÜ TATLI SUDUR; halkın SU OLARAK GÖRDÜĞÜ İSE YAKICI ATEŞTİR. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düşmeyi kabul etsin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur.17 
Hadiste yer alan bilgilere göre, Deccal’in insanları iyi birşey yapıyorlarmış gibi telkinde bulunarak, “ateşe” yani kavga etmeye, çatışmaya, savaşmaya, kan dökmeye yönlendirmesi muhtemeldir. () Bunu yaparken de, daha önceki hadislerde görüldüğü gibi, kendisini bir mürşit hatta bir peygamber gibi göstererek insanları etkisi altına alacaktır. Hadislerin işaretlerine göre, bir kısım Yahudi ve Hıristiyan da Deccal’in etkisi altına girecektir. Deccal Yahudilere, Yahudi toplumuna fayda sağlayacakmış gibi görünerek, Hıristiyanlara da kendilerine fayda sağlayacakmış gibi görünerek onları yönlendirecektir. Bu taktikle her iki tarafı da perişan etmeyi, her iki tarafı da büyük musibetlere uğratmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla Deccal, Yahudilerin ve Hıristiyanların da en büyük düşmanıdır.
Hıristiyanların ve Yahudilerin Deccal’in tüm bu tuzaklarına karşı dikkatli olmaları gerekmektedir, çünkü Deccal bunları sanki dini birer hüküm gibi göstermeye çalışacaktır. Deccal, İncil’e tabi olan samimi Hıristiyanlara oyun oynayarak, onları kendi kutsal kitaplarına muhalif olacak şekilde sapkın bir ideolojiye sürüklemeye çalışmaktadır. İncil’in öğretilerini hiçe saydırarak, kendi sapkın fikirlerini onlara doğru ve meşru göstermek istemektedir. Gerçekte ise Allah adına ortaya çıkarak hakkı batıl, batılı ise hak olarak göstererek büyük bir oyun oynamaktadır. Onları din adına, iyilik adına hareket ettiklerine inandırmakta ve Allah’ın adını kullanarak onları kötülüğe teşvik etmektedir. Kuran’da Deccal’in bu yöntemine karşı insanlar “…Aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır Suresi, 5) ayetiyle uyarılmışlardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde ise Deccal’in insanlara iyiyi kötü, kötüyü ise iyi göstererek aldatacağı şöyle haber verilmiştir:
“Şüphesiz beraberinde bir cennet ve bir cehennem (diye isimlendirdiği iki ırmak) bulunması da onun fitnesidir. Aslında cehennemi bir cennet olup, cenneti de bir cehennemdir.” (İbn-i Mace, 4075, 4076; Tırmizi, Fiten: 59, no. 2240, 4/510)
“Sonra Deccal çıkacak, beraberinde bir ırmak ve bir ateş bulunacaktır. (Onu inkar edip) Ateşine düşenin sevabı vacip olacak, (ona iman edip) ırmağına düşenin ise günahı vacip olacaktır.” (Ebu davud, Fiten 4244, 2/497; İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fiten: 5, 8/591)
Deccal’in Mesih’in gelmesi için sözde kutsal kitaplara dayandırarak öne sürdüğü tüm şartlar, gerçekte Deccal’in yeryüzünde kötülüğü hakim kılabilmek için kurduğu bir tuzaktan ibarettir. Hadislerde “onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennetir” benzetmesiyle bildirildiği gibi Deccal, herşeyi tersine çevirerek, güzel iyi ve doğru olanı onlara kötü göstermeye çalışmaktadır.
Deccal, Hıristiyanların karşısına hiç umulmadık bir vakitte ve hiç beklemedikleri hileli yöntemlerle çıkmıştır. Allah’ın adını kullanarak ve isteklerini kutsal nedenlere dayandırarak yaklaşması, onun gelişini çok daha farklı şartlarda bekleyen bir kısım Hıristiyanların aldanmasına sebep olmuştur. Deccal, yeryüzüne sevgi, barış ve huzurun hakim olmasını Deccallik olarak gösterip, asıl Deccaliyet olan kendi fikir sistemini ise inandıkları dinin bir gereği olarak göstererek Hıristiyanlardan da bir topluluğu etkisi altına almaya çalışmaktadır. Onlara “Hz. İsa’ya itaat edin” ya da “İncil’de böyle buyruluyor” diyerek, yaptırmak istediklerini çok makul gibi göstererek yaklaşmaktadır. Asıl hedefi ise, ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa’ya karşı mücadelesinde, istediği gibi yönlendirebileceği geniş kitleler oluşturmaktır. Bu yolla toplumları birbirine düşürerek tüm dünyayı büyük bir kaos, karmaşa, bozgun ve helaka sürüklemeyi amaçlamaktadır.
Huzuru, kurtuluşu, barışı, Ortadoğu’nun huzura kavuşmasını kutsal kitaplara karşı yapılan Deccali bir hareket olarak göstermekte; kan dökülmesini, hiçbir suçu olmayan masum insanların, zavallı kadınların, çocukların acımasızca öldürülmesini, bölgeye amansız bir dehşet saçılmasını ise onlara adeta sözde kutsal bir ibadet gibi sunmaktadır. Kendileriyle aynı kitaba inanan, kendileri gibi Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul eden, aynı ibadetleri yerine getiren Katolikleri ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak göstermektedir. Aynı şekilde kendileri gibi Allah’a inanan, aynı peygamberleri sevip sayan, aynı ahlaki prensiplere sahip olan, Hz. İsa’nın gelişini aynı şekilde büyük bir heyecanla bekleyen Müslümanları da mücadele edilmesi gereken bir topluluk olarak göstermektedir.
Oysa ki Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar birbirlerine düşman değildirler; aksine Deccal’in desteklediği ateizme ve din düşmanlığına karşı birbirlerinin müttefikidirler. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler, aynı şekilde Allah’a iman etmekte, aynı peygamberleri sevmekte ve saymaktadırlar. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa veya Hz. Davud Yahudiler için ne kadar önemli ise, Müslümanlar için de en az o kadar önemlidir. Aynı şekilde Hz. İsa Hıristiyanlar için ne kadar önemliyse, Müslümanlar için de o kadar kıymetli ve kutsaldır. Tüm İslam alemi bindört yüz senedir bu kutlu peygamberin yeryüzüne ikinci kez gelişinin müjdesini vermekte ve büyük bir heyecanla bu tarihi olaya hazırlık yapmaktadır. Bunun yanı sıra Yahudilerin ve Müslümanların üzerinde yaşadıkları ve Allah’a hizmet ettikleri topraklar, Yahudiler için ne kadar kutsal ise, Müslümanlar için de en az o kadar kutsaldır. O halde savaş, karmaşa ve anarşi ortamı olması ve tüm ilahi dinlerin mensupları için kutsal olan topraklarda kan dökülmesi için meşru hiçbir sebep yoktur. Bu konuyu çok akılcı bir şekilde düşünmek gerekmektedir: Barış ve huzur içerisinde yaşamak neden Deccallik olsun? Neden Mesih’in gelebilmesi için yılarca yeryüzünde korku ve dehşet hakim olması, felaketler yaşanması gereksin? Neden Mesih gelene kadar barış olmasın, savaş sürdürülmeye çalışılsın? Yahudilerin üçte ikisi niye ölsün, neden aynı dine inanan insanlar birbirlerine düşman olup savaş açsın? Katolikler ve Müslümanlar neden Yahudilerin ve Hıristiyanların düşmanı olsun? Hıristiyan, Yahudi ya da Müslüman masum çocuklar neden haksız yere öldürülsün?
Bunların hiçbiri için hiçbir makul gerekçe yoktur. Deccal huzuru, kurtuluşu, barışı, kardeşliği, sevgiyi, şevkati, merhameti insanlara Deccali hareketler olarak göstermektedir. Bu yolla Yahudileri, Hıristiyanları ve Müslümanları birbirlerine düşürerek hedefine ulaşmaya çalışmaktadır.
Hıristiyanların dindar olmaları, Allah’tan korkmaları, peygamberleri, Hz. İsa’yı içten bir bağlılık ve büyük bir sevgiyle sevmeleri ve yeryüzüne ikinci kez gelişine hazırlık yapmaları çok güzel bir nimettir. Ama bu konuda Deccal’in oyununa gelmemeleri de son derece önemlidir. Milyonlarca Hıristiyanı körükörüne inandırmaya çalıştığı ve Hz. İsa’nın gelebilmesi için mutlaka oluşması gerektiğini öne sürdüğü şartlardan her biri, gerçekte Deccal’in insanlığı müthiş bir bozulma ve hüsrana sürükleyebilmek için kurduğu tuzaklardan ibarettir. Bu şekilde çok geniş bir kitleyi etkisi altına alarak terörü, şiddeti, anarşiyi adeta kilitleyecek bir sistem oluşturmayı hedeflemektedir.
Tüm Hıristiyanların, bu durumun Deccal’in bir oyunu olduğunu açıkça görmeleri ve bu büyük tehlikeye karşı Allah’ın gösterdiği yola uyarak ve din ahlakının gereğine uygun şekilde karşılık vermeleri gerekmektedir. Deccal’in insanları bu gibi metodlarla aldatacağı, tüm peygamberler tarafından yaşadıkları toplumlara tebliğ edilmiştir. Yapabileceği en şeytani kandırma yöntemi zaten bu şekilde Allah ve din adına ortaya çıkarak, samimi dindarları etkilemeye ve birbirlerine düşürmeye çalışması olacaktır. Deccal’in bu bilgiler doğrultusunda değerlendirilmesi ve bu yönde kuracağı tuzaklara karşı uyanık olunması gerekmektedir.
Deccal’in Bu Telkinleri,Tevrat ve İncil İle Çelişmektedir
Deccal’in Eski Ahit’e bazı anlamlar yükleyerek, Müslümanlar ve Katolikler ile Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında bir savaş yaşanması, şiddet ve gerilim ortamının ayakta tutulması ve barışın engellenmesi gerektiği şeklindeki telkinleri, hem Yeni Ahit hem de Eski Ahit ile tümüyle çelişmektedir. Bu çarpık anlayış, Hz. İsa’nın Hıristiyanlara öğretmiş olduğu ahlaka tamamen terstir. Hıristiyanlığın temelinde sevgi, barış ve hoşgörü vardır. Matta İncili’nde Hz. İsa’nın öğrencilerine “düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin” (Matta 5/44) dediği yazılıdır. Luka İncili’nde ise, Hz. İsa’nın “bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir” (Luka, 6/29) dediği bildirilir. Yeni Ahit’in hiçbir yerinde şiddeti meşrulaştıran hüküm bulunmamaktadır; masum insanların katledilmesi yönünde bir düşünceye ise kesinlikle yer yoktur. Hıristiyanlık bir sevgi ve barış dinidir. İncil’de Hıristiyanlara düşmanlarını bile sevmeleri, tüm insanlara iyilik yapmaları, kötülüğe karşı iyilikle cevap vermeleri emredilmiştir. İncil’e bakıldığında Hz. İsa’nın insanlara hep sevgi, barış ve dostluk tavsiye ettiği görülmektedir:
“… Sakın kimse kötülüğe kötülükle karşılık vermesin. Birbiriniz ve tüm insanlar için her zaman iyiliği amaç edinin.”(Pavlus’un Selaniklilere 1. Mektubu, 5: 14-15)
… Kavgacı değil, uysal olsunlar. Tüm insanlara her zaman yumuşak davransınlar. (Pavlus’un Titus’a Mektubu, 3: 1-2)
Birbirinizi kardeşlik sevgisiyle, şefkatle sevin. Birbirinize saygı göstermekte yarışın. (Pavlus’un Romalılara Mektubu, 12: 10)
İncil açıklamalarında önemle üzerinde durulan bir başka konu ise ayrılıkların, çekişmelerin, husumetlerin ve çatışmaların ortadan kaldırılması ve ortak bir düşüncede birleşerek barışın ayakta tutulmasıdır:
… Hepiniz uyum içinde olun, aranızda bölünmeler olmadan aynı düşüncede ve aynı yargıda birleşin. (Pavlus’un Korintlilere Birinci Mektubu, 1: 10)
Herkesle barış içinde yaşamak için elinizden geleni yapın. Ey sevgililer, hiçbir zaman öç almayın… (Romalılara Mektup, Bap 12, 18-20)
‘Komşunu sev, düşmanından nefret et’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. (Matta, Bap 5, 43-44)
Deccal’in şiddeti teşvik eden telkinleri, bazı Hıristiyanların kıyamet alametleri ile ilgili inançlarını dayandırdıkları Eski Ahit’le de çelişmektedir. “Kan dökenlerin telkinlerini dinlememek” ve “kötülük görmeye dayanamamak” (İşaya, Bap 33, 15) Tevrat’ta bildirilen hükümlerdir. Samimi olarak Allah’a iman eden Hıristiyanların ve Yahudilerin pek çok konuda yaşadıkları güzel ahlakı, kitaplarında yer alan bu hükümler konusunda da yaşamaları ve barışın savunucuları olmaları gerekmektedir. Tevrat’ta şiddetin ve zulmün kınandığı; barışın, sevginin, merhametin ve güzel ahlakın övüldüğü açıklamalardan bazıları şu şekildedir:
Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz… komşunun kanuna karşı ayağa kalkmayacaksın… Öç almayacaksın ve kavminin oğullarına kin tutmayacaksın ve komşunu kendin gibi seveceksin… (Levililer, Bap 19, 15-18)
Kötülüğü değil, iyiliği arayın ki yaşayasınız, ve böylece Rab, orduların Allah’ı, dediğiniz gibi sizinle beraber olur. Kötülükten nefret edin ve iyiliği sevin ve kapıda hakkı pekiştirin… (Amos, Bap 5, 10-15)
Tevrat’ta bildirilen diğer bir hüküm ise “kan dökülmemesi ve salih insanların yurtlarına pusu kurulmaması”dır:
Allah’ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu memleketinin içinde suçsuz kan dökülmesin ve senin üzerine kan olmasın. (Tesniye, Bap 19, 10)
Ey kötü adam, salihin oturduğu yere karşı pusu kurma; onun yurdunu yıkma… Düşmanın yıkılınca sevinme, düştüğü zaman yüreğin mesrur (sevinçli) olmasın; yoksa Rab bunu görür… (Süleyman’ın Meselleri, Bap 24, 15-20)
İncil ve Tevrat her ne kadar sonradan tahrif edilmiş olsa da, içinde Kuran ile mutabık bazı hak hükümler de içermektedirler. Samimi olarak iman eden Hıristiyanlar ve Yahudiler, Eski ve Yeni Ahit’te yer alan bu açıklamaları göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Aksinin, kutsal kitaplarına ters düşmelerinin yanında, Deccal’in amacına hizmet etmek olacağını görmeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Deccal’in Ortadoğu’da ve tüm dünyada kan dökmek için yaptığı eylemlere, ancak güzel ahlakın savunuculuğunu yaparak engel olunabilecektir.
Hadis-i şerifte bir kısım insanların da, Deccal’in inkarcı olduğunu bildikleri halde sunacağı dünyevi menfaatlere aldanarak onun etkisi altında kalacağı bildirilmiştir:
Bir kısım insanlar Deccal’le sohbet edecekler. Ve diyecekler ki, “Biz onun KAFİR OLDUĞUNU BİLİYORUZ; yemeğinden yemek, ağacından FAYDALANMAK İÇİN ONUNLA ARKADAŞLIK YAPIYORUZ.” Allah’ın gazabı gelince, Deccal’le birlikte hepsine gelecektir.18 
Müslümanlar da Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar
Deccal, Hıristiyanlara oynamak istediği oyunun bir benzerini Müslümlanlara da uygulamaya çalışmakta; yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgun çıkarabilmek için onları da etkisi altına almak istemektedir. Müslümanları da aldatarak, bu ortam içerisinde kendilerine yöneltilen şiddete şiddetle karşılık vermelerini teşvik etmekte ve böylece şeytanın kan dökme arzusunu yerine getirmek istemektedir. Diğer yandan Müslümanların kendi aralarında da terörü teşvik ederek onları kendi içlerinde de birbirlerine düşürmeye çabalamaktadır. Böylece korku ve dehşet ortamını giderek tırmandırmayı, masum insanların kanını dökerek yeryüzünü kendi ahlakını hakim edebileceği bir fitne ortamına çevirmeyi hedeflemektedir.
Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi tüm Müslümanları bu tehlikeye karşı uyarmış, Deccal’in İslam dünyasını baskı altına alacağını, salih Müslümanlara zor ve çetin günler yaşatacağını haber vermiştir:
Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (zarar veren dehşetli şahısları) … beşerin hırs ve şikakından (ikiyüzlülüğünden) istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri (insanları) herc-ü merc (darmadağın) eder ve koca Alem-i İslamı (İslam alemini) esaret altına alır. (Hizmet Rehberi, 86)
Samimi iman sahibi Müslümanlar bu tehlikeyi görmeli ve Deccal’in oyununa gelmemelidirler. Herşeyden önce “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4) ayeti gereği kendi aralarında sarsılmaz bir birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmelidirler. Bu konuda, yaşadığı dönemde müşriklerle dahi anlaşma yoluna giden Peygamberimiz (sav)’in ahlakını kendilerine örnek almalı; ihtilaftan, çekişmeden titizlikle kaçınmalıdırlar. Nitekim Peygamberimiz (sav), müminlerin birbirlerine düşmeleri durumunda, Deccal’in etkisi altına girebileceklerini hatırlatarak Müslümanları böyle bir tehlikeye karşı uyarmıştır:
O günlerde araları bozuk olan müminler Deccal’in hedefi olmaktan kurtulamazlar. ((Hakim, Müstedrek, 4:529-530) Şaban Döğen, Mehdi ve Deccal, Gençlik Yayınları, 2. Baskı)
Peygamberimiz (sav)’in bu sözünden Deccal’in fitnesinden korunmak isteyen müminlerin, tüm Müslümanların kardeş olduğu bilinciyle hareket etmeleri gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Kuran’da da iman edenlerin birbirlerine destek olup dayanışmaları, aksi takdirde yeryüzünde büyük bir bozulma ve kargaşa olacağı bildirilmiştir:
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Müslümanlar kendi içlerinde olduğu gibi, Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı da Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde davranmalı, bu konuda da Deccal’in oyununa karşı dikkatli olmalıdırlar. Allah Kuran’ın pek çok ayetinde güzel ahlakın, iyiliğin, kötülüğe iyilikle karşılık vermenin önemini bildirmiş, Yahudilere ve Hıristiyanlara yani Kitap Ehli’ne karşı da, Müslümanların iyi niyet ve hoşgörü ile yaklaşmalarını buyurmuştur. Rabbimiz Kuran’da, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirmektedir. Müslümanlar Deccal’in bu yöndeki aldatmacalarına karşı da yine her zaman Kuran ayetlerine göre hareket etmeli, sabırlı, tevekküllü ve itidalli davranmalı, sevgiyle, şefkatle karşılık vermelidir. Allah Kuran’da müminlere kötülükle karşılaştıklarında dahi bu tavra iyilikle karşılık vermelerini şöyle bildirmiştir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Bu konudaki en güzel örneklerden biri Peygamberimiz (sav)’in göstermiş olduğu güzel ahlaktır. Hz. Muhammed (sav), Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı her zaman son derece adil ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını istemiştir. İslamiyet’in ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan Müslümanların bir kısmı Etiyopya’daki Hıristiyan Kral Necaşi’ye sığınarak Hıristiyanlarla dostluk ve barış içerisinde yaşamışlardır. Peygamberimiz (sav)’le birlikte Medine’ye göç eden müminler ise, Medine’de yaşayan Yahudilerle, sonraki tüm nesillere örnek olacak bir birarada yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam’ın yayılış döneminde de, Arabistan’daki Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların Kitap Ehli’ne karşı hoşgörü ve adaletinin önemli birer örneği olarak tarihe geçmiştir.
Medine Anlaşması’nın “Beni Avf Yahudileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Yahudilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir” hükmüyle, Müslümanların Yahudilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri hoşgörünün temeli de yine Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır.
Müslümanların bu ahlakının bir başka örneği de Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın hoşgörüsüzlük ve baskıyla dolu olduğu bir dönemde, Musevi cemaatlerine gösterdiği büyük toleransla tarihe geçmiştir. Tarih boyunca Müslümanların bu ahlakları, Yahudilerin zorluk ve sıkıntı içinde oldukları çeşitli dönemlerde İslam topraklarına sığınmaları ile neticelenmiştir. İspanya’dan haksız yere sürülen Yahudilere, Osmanlı İmparatorluğu kapılarını açmış ve yurtlarından çıkarılan binlerce Yahudiyi Osmanlı barındırmıştır. İslam topraklarında, Yahudiler ve Müslümanlar birarada, huzur ve güvenlik içinde kardeşçe yıllar boyunca yaşamışlardır. Osmanlı tebası içindeki Museviler de, Devlet-i Ali’nin kendilerine gösterdiği toleransı her zaman minnetle anmışlardır.
Osmanlı yönetiminde aynı durum Hıristiyanlar için de söz konusu olmuştur. Hıristiyanlar da Osmanlı topraklarında hoşgörü, güvenlik ve özgürlük bulmuşlardır. 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana daimi bir çatışma ve kaos içinde kalmış olan Ortadoğu’da, Osmanlı yönetimi boyunca asırlar süren bir barış ve huzur ortamı kurulmuştur. Hıristiyanlar ve Yahudiler birbirlerinin dinlerini kabul etmemelerine rağmen, Osmanlı yönetiminin oluşturduğu bu hoşgörü ortamında karşılıklı diyalog ve uzlaşı içerisinde olmuşlardır. Osmanlı egemenliğinde Yahudiler sinagoglarında, Hıristiyanlar kiliselerinde, Müslümanlar da camilerinde Allah’a ibadet etmiş, üç dinin insanları barış içinde birarada yaşamışlardır.
Peygamberimiz (sav)’in ve Osmanlı yönetiminin Kitap Ehli’ne göstermiş olduğu güzel ahlak, hoşgörü ve barış anlayışı tüm Müslümanlara örnek olmalıdır. Allah’ın Kuran’da “Kitap Ehli’yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin.Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, “en güzel şekilde yapılacak bir mücadele”den asla taviz verilmemelidir. Aksinde Deccal’in istediği fitne ve kargaşa ortamının oluşacağı unutulmamalıdır. Müslümanların tüm bu esaslar üzerinde Kitap Ehli’ne saygı, sevgi ve anlayış ile yaklaşmaları ve yaşadıkları bu ahlak ile, onlara ayette bildirilen “ortak bir kelimede birleşme” çağrısını en güzel şekilde iletmeleri gerekmektedir:
De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Al-i İmran Suresi, 64)
Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)’in sünnete uyan salih müminler ise, Deccal’in tüm bu oyunlarına karşı bilinçlidirler ve imanlarının nuruyla Deccal’in hilelerini fark eder, bunlara aldanmazlar. Mesih Deccal’in şiddetine ve kanlı terörüne karşı tüm insanları uyarmak ve bilinçlendirmek vicdan sahipleri için bir görevdir.
Deccal’in Gizli Ordusu: Masonluk

Mason toplantılarının yapıldığı mason mabedi.
Peygamberimiz (sav), Deccal’in gizlilik içinde hareket edeceğine işaret etmiştir:
Deccal yola çıkıp ilk defa Dımışk şehrinin doğuya bakan kapısının yanına gelecek… ARANACAK, FAKAT YAKALANMAYACAK… Sonra Kisve nehrinin sularının yanında görülecek… ARANACAK, NE TARAFA GİTTİĞİ BİLİNMEYECEK…19 
Hadis-i şerifte, “Deccal’in aranacağının, ancak bulunamayacağının” bildirilmiş olması, gizli olarak hareket edeceğine işaret etmektedir. Deccal, açık olarak ortaya çıkacağı dönem gelinceye kadar fazla dikkat çekmeden, insanları ajite etmeden, yavaş ve derinden faaliyet gösterecektir. Bu dönem boyunca, Deccal ve taraftarları için gizlilik esas olacak, bu amaçla gizli teşkilatların desteğini alacaktır. Bu gizliliğin bir gereği olarak Deccal, derin devletler oluşturup onların başına geçecek, adeta “görünmez bir güç” gibi hareket edecektir. Bu sayede sinsi bir şekilde bozgunculuğu organize edecektir. () Bediüzzaman Said Nursi de Deccal’in masonluk gibi gizli teşkilatların desteğini alacağına dikkat çekmiştir:
… DECCAL… MASONLARIN KOMİTELERİNİ ALDATIP MÜZAHERETLERİNİ (korumasını, desteğini) kazandıklarından dehşetli bir iktidar zannedilir…20 
Üstad’ın da belirttiği gibi Deccal, dünya masonluğunu bir nevi gizli ordusu olarak kullanacaktır. Bu gizli teşkilatın toplantılarında, Deccal’in önderliğinde Müslümanların aleyhinde gizli kararlar alınıp, uygulamaya konulacaktır. Nitekim, dünyanın farklı köşelerinde Müslümanları hedef alan baskının, zorun ve saldırıların birbiriyle benzerliği herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu, söz konusu eylemlerin tek merkezden yönlendirildiğinin önemli bir delilidir.

Masonik tören yürüyüşü
Bediüzzaman Said Nursi, Deccal’in İslam dünyasını baskı altına alacağını, salih Müslümanlara zor ve çetin günler yaşatacağını sözlerinde bildirmiştir:
… DECCAL GİBİ nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (zarar veren müthiş şahısları) … beşerin hırs ve şikakından (iki yüzlülüğünden) istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri (insanları) herc-ü merc (darmadağın) eder ve koca ALEM-İ İSLAMI ESARET ALTINA ALIR.21 
Üstad’ın açıklamalarından anlaşıldığı üzere, Deccal, iman etmeyenleri ve münafıkları Müslümanların aleyhinde birleştirecek ve onların önderliğini yapacaktır. İnsanları haktan uzaklaştırmak için de, bu tür insanların hırslarından ve iki yüzlülüklerinden faydalanacaktır. Bu yolla kargaşa ve fitnelere neden olacaktır.
Kuraklık ve Deccal’in Çıkışı
Ahir zamanda belli bir dönem yaşanacak olan kuraklık, rivayetlere göre, Deccal’in çıkışından hemen önce gerçekleşecek olan çok önemli bir alamettir.
Hz. Muhammed (sav), Deccal’in çıkışından önce gerçekleşecek olan kuraklık sürecini bir hadis-i şerifinde detaylı olarak şöyle tarif etmiştir:
Deccal’ın çıkmasından önce gökyüzü üç sene yağmurunu tutar. Birinci senede normal yağmurun üçte birini tutup üçte ikisini yağdırır. Yeryüzü, bitkisinin üçte birini bitirmez. İkinci yılda gökyüzü normal yağmurunun üçte ikisini yağdırmaz. Yeryüzü de bitkisinin üçte ikisini bitirmez. Üçüncü yılda ise gökyüzü yağmurunun tamamını keser, yeryüzü de bitkisinden hiçbirini bitirmez.” (Ebu Davud, İbni Mace, Taberani; Geleceğin Tarihi 3, s. 241)
Kuraklık konusunda son dönemde medyada yer alan haberler, hadiste yer alan bilgileri ayrıntıları ile doğrular niteliktedir. Hadiste, üç sene içerisinde giderek artan şiddette yaşanacak olan büyük bir kuraklıktan bahsedilmektedir. Londra Üniversitesi’nin, meteorolojik tahminler üzerine uzmanlaşmış bir çalışma grubunun yaptığı incelemeler de hadiste verilen bilgiler ile birebir mutabıktır. Bu bilgilere göre önümüzdeki üç senelik dönemde kuraklığın şiddeti gittikçe artacak ve ürünlerde kademeli olarak bir azalma görülecektir. Aşağıda yer alan gazete haberi de hadiste verilen bilgileri birebir doğrular niteliktedir. Haberdeki şu cümleler çok dikkat çekicidir:
‘Veriler, dikkat çekici bir şekilde önümüzdeki 1 yıl içinde İç Anadolu Bölgesi’nin ‘az-orta’ derecede kuraklık yaşayacağını, 2 yıl sonra ‘az’ düzeyinden ‘şiddetli’ düzeyde bir kuraklığa ulaşacağını, 3 yıl sonra ise kuraklığın ‘az’dan ‘had safhada kuraklık’ düzeyine çıkacağını gösteriyor.
Kuraklığın Birinci Yılı
Hadiste, birinci senede yağmurun çok az yağacağı ve kuraklık nedeniyle ürünlerde üçte bir oranında azalma olacağı haber verilmektedir:
Deccal’in çıkmasından önce gökyüzü üç sene yağmurunu tutar. Birinci senede normal yağmurun üçte birini tutup üçte ikisini yağdırır. Yeryüzü bitkisinin üçte birini bitirmez…
Art arda yapılan ve sonuçları yayınlanan bilimsel araştırmalar da bu bilgileri doğrulamakta, 2006 yılı sonu ve 2007 yılı başından itibaren, önceki yıllara oranla yağışlarda belirgin bir düşüş gözlendiği kaydedilmektedir. Örneğin, Ziraat Mühendisleri Odası’nın, özel bir çalışma grubu kurarak hazırladığı ‘Kuraklık ve Etkileri’ raporuna göre, Türkiye Aralık 2006′da normalin dörtte biri oranında yağış almıştır. Yine Türkiye’de, Ekim ve Aralık döneminde uzun yıllar yağış ortalaması 224 mm. olduğu halde, 2006 Ekim-Aralık döneminde 199,1 mm yağış kaydedilmiştir.
Bir diğer habere göre ise, küresel ısınma yüzünden Avrupa sıcaktan kavruluyor. Fransa, İtalya ve Hırvatistan’ın başı çektiği birçok Avrupa ülkesi kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya. Avrupa’nın birçok nehri kururken gemiler de çekilen su yüzünden karaya oturdular.
Kuraklığın İkinci Yılında Yaşanacaklar
Hadiste kuraklığın ikinci senesinde yağmur miktarının daha da aza ineceği bildirilmiştir. Ürünlerde ise üçte iki oranında bir azalma olacağına dikkat çekilmiştir:
… İkinci yılda gökyüzü normal yağmurunun üçte ikisini yağdırmaz. Yeryüzü de bitkisinin üçte ikisini bitirmez…
29 Mayıs 2007 tarihli şu haberde verilen bilgiler ise hadiste bildirilen detayların birer birer gerçekleştiğini göstermektedir: (Elbette ki en doğrusunu Allah bilir.)
2006 ve 2007 yıllarında son 25 yılın ortalamasının çok altında kalan yağış miktarı, baraj, göl ve nehirlerdeki su oranını azalttı. Ekili alanların sulanmasında sorun yaşanmaya başlandı… Susuzluk nedeniyle ikinci ürün ekimi de gerçekleştirilemeyecek.
Son dönemde yaşanan kuraklığın ciddi boyutları bir çiftçinin dilinden 2007 yılı Mayıs ayında bir gazete haberine şöyle yansımıştır:
Bu yıl Söke Ovası’nda inanılmaz bir kuraklık var. Sadece ben 80 dönümlük pamuk tarlamı bozdum. 2006 Ekim ayından beri bölgeye metrekare başına sadece 6 litre yağış düştü. Deniz suyu yaklaşık 20 metre kadar çekildi.
Birçok haberde de son dönemde kuraklık nedeniyle yaşanan ürün sıkıntısına dikkat çekilmektedir. Tıpkı hadiste bildirildiği gibi.
Kuraklığın Üçüncü Yılında Yaşanacaklar
Üçüncü senede yağmurlar tamamen kesilecek ve ciddi bir ürün kıtlığı yaşanacaktır:
… Üçüncü yılda ise gökyüzü yağmurunun tamamını keser, yeryüzü de bitkisinden hiçbirini bitirmez.
2007 yılı Nisan ayında 2 bin 500 bilim adamının katıldığı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde, “İklim Değişikliği 2007″ raporu yayımlanmıştır. Bu rapor, hadiste verilen bilgileri tamamen doğrular niteliktedir. Rapora göre önümüzdeki birkaç senede, yağış almayan bölgeler daha da kuraklaşacak ve buralarda açlık ve hastalıklar artacak. Deniz kenarındaki ülkelerde kışın seller artacak, Orta Avrupa’da ise karların erimesi sellere yol açacak. Avrupa’nın tarım, ormancılık, turizm ve enerji sektörleri başta olmak üzere tüm ekonomisi olumsuz etkilenecek. Bazı Afrika ülkelerinde tarımsal üretim yarı yarıya düşecek.
Tüm bu bilgilerin ortaya koyduğu gibi günümüzde, küresel ısınma sürecinin neden olduğu kuraklık, dünyanın pek çok ülkesini etkisi altına almaktadır.
Bu iklimsel olayın zamanının ve gelişim safhalarının, hadis-i şerifte ahir zamanda Deccal’in çıkış alameti olarak bildirilen kuraklık tarifleriyle son derece uyumlu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu olayın çok yakın bir zamanda dünya üzerinde yaşanacak olağanüstü gelişmelerin habercisi olması kuvvetle muhtemeldir. Elbette en doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir.
Deccal, Yecüc ve Mecüc’e zemin hazırlayacaktır
Ahir zamanın anlatıldığı hadislerde haber verilen bilgiler, Deccal’in, yeryüzünde karışıklığı ve zulmü teşvik edeceğini, hatta organize edeceğini göstermektedir. Sürekli kan dökülmesi, insanların katledilmesi, savaşlarda masumların öldürülmesi, düzenin bozulması, terörün neden olduğu korku ve tedirginlik Deccal’in teşvikiyle yaygınlaşmaktadır. Deccal’in tam anlamıyla ortaya çıkmasıyla bu olayların şiddetinin daha da artacağı hadislerde bildirilmektedir. Deccal’in yeryüzünde bozgunculuğu yayarak Yecüc ve Mecüc’e de zemin hazırlayacağını, Bediüzzaman bir sözünde şu şekilde belirtmiştir:
… Büyük Deccal, şeytanın iğvası (telkinleri) ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkamını (İseviliğin hükümlerini) kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayatlarını) idare eden rabıtaları (birleştiren unsurları) bozarak anarşistliğe ve Yecüc-Mecüc’e zemin hazır eder…
Bediüzzaman bu sözünde;
• Deccal’in şeytanın telkinlerine ve kurallarına göre hareket edeceğine;
• Hıristiyanlığın hükümlerini ortadan kaldıracağına;
• Hıristiyanları birbirlerine bağlayan unsurları bozacağına;
• Bu yaptıklarının Hıristiyan toplumlarda anarşizme, kargaşaya, bozgunculuğa yol açacağına;
• Hepsinin neticesinde ise Yecüc ve Mecüc’e çok uygun bir zemin oluşturacağına, kendisi de anarşist ve bozguncu olan Yecüc ve Mecüc’ün bu kaos ortamından faydalanacağına dikkat çekmektedir.
Deccal ile Yecüc ve Mecüc Hz. İsa döneminde yok edilecektir
Hadislerde Hz. İsa’nın Deccal’i fikren mağlup edip, yok edeceğine dair birçok açıklama bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili bazı hadislerde şu şekilde buyurulmaktadır:
İşte o sırada Allah’ın düşmanı olan DECCAL MESİH, HZ. İSA’YI GÖRÜNCE TUZUN SUDA ERİMESİ GİBİ ERİR GİDER. (Sahih-i Müslim, c. 4/2221; Ölüm Kıyamet Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 444)
… DECCAL ORTALIĞA FİTNE SAÇARKEN Cenab-ı Hak, MESİH MERYEM OĞLU İSA’YI gönderir… NEFESİNİ İDRAK EDEN her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdise yakın bir belde) karşılaşır ve ONU YOK EDER.( İmam-ı Müslim, Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104)
Bediüzzaman da açıklamalarında Deccal’in insanlar üzerindeki aldatıcı etkilerinin Hz. İsa vesilesiyle kaldırılacağını şöyle açıklamaktadır:
Sihir ve manyetizma (telkin ve hipnoz yolu ile birini etki altına alma) ve ispirtizma (ölülerin ruhlarıyla görüşmek için yapılan faaliyetler) gibi istidraci (yalancı mucize) harikalarıyla kendini muhafaza eden (koruyan) ve herkesi teshir eden (büyüleyip etkisi altına alan) o dehşetli Deccal’i yok edebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak HARİKA VE MUCİZATLI (mucize sahibi) VE UMUMUN MAKBULÜ (her insanın makbul gördüğü) Bir ZAT OLABİLİR Kİ, o zat, en ziyade alakadar ve ekser (tüm) insanların peygamberi olan Hz. İsa Aleyhisselam’dır. (  Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, s. 592)
Üstad’ın da belirttiği gibi, Deccal birtakım yalan mucizelerle insanları kandırdığı, şeytanların desteğiyle hareket ettiği ve bazı olağanüstü işler yaptığı için, Deccal’in yenilmesi ancak Rabbimiz’in çeşitli mucizeler bahşettiği kutlu peygamberi Hz. İsa vesilesiyle olacaktır. Hz. İsa’nın Deccal’in fitnesini yok etmesi, Allah’ın izniyle, çok hızlı ve kolay olacaktır.
Hadislerde Hz. İsa’nın Deccal’in ideolojisinin tüm dayanaklarını da yok edeceği, onu fikren mağlup edip ortadan kaldıracağı anlatılmaktadır. O dönemde Deccal’in hazırladığı ortamda, Yecüc ve Mecüc de bozgunculuk çıkaracak, ve çeşitli toplumlara zulmedecektir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed hadislerinde, Yecüc ve Mecüc’ün yok edilmesinde Hz. İsa’nın dualarının vesile olacağını bildirmektedir. Bir hadiste Hz. İsa’nın Peygamberimiz (sav)’e Mirac sırasında şunları söylediği bildirilmektedir:
Yecüc ve Mecüc her tepeden saldırmaya başlarlar. Ve uğradıkları her suyu içip tüketirler, karşılaştıkları herşeyi bozup altüst ederler, bunun üzerine halk feryad ederek Allah’tan yardım diler. BEN DE (HZ. İSA) ALLAH’A DUA EDEREK Yecüc ve Mecüc’ü öldürmesini isteyeceğim. Bu duam kabul olacak ve yer onların leşleriyle pis pis kokacak. Ben Allah’a tekrar dua edeceğim. Allah da bir su gönderecek ve o su onları taşıyıp denize atacaktır.( İbn-i Mace, Fiten: 33)
Hadiste de bildirildiği gibi Hz. İsa’nın duasını kabul eden sonsuz rahmet sahibi Rabbimiz, Yecüc ve Mecüc’ün soyunu ortadan kaldıracaktır. Hadislerde bu yokoluşun nasıl olacağı şu şekilde tarif edilmektedir:
Sonra Allahu Teala, Yecüc ve Mecüc’ü gönderir… Sonra Allah’ın peygamberi HZ. İSA ve arkadaşları ALLAH’A DUA EDERLER DE, Allah Teala düşman ordusu içinde deve ve davarların burunlarında olan BİR KURDU GÖNDEREREK ONLARIN HEPSİNİ, bir tek insanın ölümü gibi helak eder…( Sahih-i Müslim, 4/2251-2255; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 492)
Hz. İsa arkadaşlarıyla birlikte onların şerrinden kurtulmaları için Allah’a dua edecekler. Allah onlara gökten boyunlarındaki kanı emmek için kurtlar gönderecek, hepsi ölecekler… ses ve sedaları çıkmaz olacak.( Kıyamet Alametleri, Müellif: Muhammed B. Resul Al-Hüseyni, Mütercim: Naim Erdoğan, Genişletilmiş 8. baskı, Pamuk Yayıncılık, s. 252)

Üstad’ın da belirttiği gibi, Deccal birtakım yalan mucizelerle insanları kandırdığı, şeytanların desteğiyle hareket ettiği ve bazı olağanüstü işler yaptığı için, Deccal’in yenilmesi ancak Rabbimiz’in çeşitli mucizeler bahşettiği kutlu peygamberi Hz. İsa vesilesiyle olacaktır. Hz. İsa’nın Deccal’in fitnesini yok etmesi, Allah’ın izniyle, çok hızlı ve kolay olacaktır.
Hz. İsa vesilesiyle, Mesih Deccal’in ve tüm ahir zaman fitnelerinin tam anlamıyla ortadan kaldırılmasıyla yeryüzü barış, adalet, huzur ve güvenle dolacaktır. Hz. İsa’nın ikinci kez yeryüzüne gelmeyeceği yanılgısına kapılmış olanlar da hiç şüphesiz bu durum karşısında büyük bir mahcubiyet yaşayacaklardır. Bu kimseler, Hz. İsa’nın gelişinin ne kadar hikmetli olduğunu ve kilitlenmiş konuların bu vesileyle ne kadar kolay çözüldüğünü görerek hem sevinecek hem de geçmişte söyledikleri nedeniyle pişmanlık duyacaklardır.
Allah, yazmıştır: “Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de.” Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
 DECCAL’DEN KORUNMA YÖNTEMLERİ
İnsanları büyük bir fitneye sürükleyeceği bildirilen Mesih Deccal’den korunmak, elbette ancak halis iman sahiplerine nasip olacaktır. Her dönemde olması gerektiği gibi bu dönemde de, Allah’a gönülden bağlı Müslümanların birlik içinde olmaları ve Allah’ın emri olan güzel ahlakı eksiksiz yaşamaları gerekmektedir. Yüce Allah bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirmektedir:
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
Yukarıdaki ayette de belirtildiği gibi müminler kardeştirler. Ancak müminlerin kardeşliği, beraberinde son derece özverili bir ruh halini gerektiren bir kardeşliktir. Bu nedenle Müminler, birbirlerine son derece düşkün, kardeşinin nefsini her an ve her koşulda kendi nefsinin önünde tutan bir yapıda olmalıdırlar.
Müminler birbirlerini Allah rızası için sevmeli, birbirlerini koruyup gözetmelidirler. Elbette karşılarında Deccal gibi büyük bir fitne varken de, müminlerin, birbirlerinin eksik yönlerini araştırmayıp, küçük ayrıntılar için muhalefet etmemeleri gerekir. Kuran ahlakına uygun olan, birbirlerini kucaklamalarıdır. Müminlerin arasında kırgınlık olmaması, eğer varsa tüm ayrılıkların giderilmesi ve bunların yerine sıcak ve candan bir ortamın oluşturulması en güzel tavır olacaktır. Ayrıca diyaloglarda karşılıklı hüsn-ü zan ve yardımlaşma olmalı, rekabetin ve üstünlük iddialarının doğuracağı ayrılıklar ve her türlü olumsuzluk yok edilmelidir. Müminler birbirlerine alabildiğine sevgi göstermeli, muhalefeti bir kenara bırakıp gerçek kardeşliğe ulaşmaya gayret etmelidirler. Ayrıca iman edenler kimseyi dışlamadan, her insana onu kazanmak, iyiye, doğruya yöneltmek için yaklaşmalı; devletine, ordusuna ve tüm milletine sahip çıkmalıdırlar. Müminler bu sayede, Deccal fitnesine karşı dimdik ayakta durabilecek bir yapı sergileyebilirler.
Müslümanlar, Yüce Rabbimiz’in emri olan güçlü bir dayanışmayı gerçekleştirdiklerinde, dünyada meydana gelebilecek fitne ve bozgunculuğu da engellemiş olacaklardır. Allah bu durumu Kuran’da şöyle bildirmektedir:
İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Önemli başka bir nokta ise; -içinde bulunduğumuz devir olan- ahir zamanda, insanların Kuran ahlakını eksiksiz yaşamaları ve inançlarının kuvvetlendirilmesidir. Kuran’ın mucizeleri ve iman hakikatlerinden mahrum olmuş bir birey veya toplum cahil olarak addedilir. Allah’ın gücünü gerektiği gibi tanıyıp takdir edemeyen bir insanda bu bilgilere sahip olmamanın önemli bir etkisi vardır. Dolayısıyla Kuran mucizeleri ve iman hakikatlerine dair kitapların okunması, internet sitelerinin takip edilmesi ve filmlerin seyredilmesi, bu cehaletin önünü kesecek, insanların güçlü bir imana kavuşmasına vesile olacaktır. Allah, Kendisinden ancak alim olanların yani Kuran ahlakını yaşayan ve Allah’ın yaratış delillerini bilenlerin gerektiği gibi korkacağını Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar’. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
Müminler bunları titizlikle uyguladıklarında ve insanları da Kuran ahlakını yaşamaya teşvik ettiklerinde, Deccal’in tüm dünyayı saracak fitnesine karşı en güvenli kalkan –Allah’ın izniyle- oluşturulmuş olacaktır. Kuran’da şu şekilde buyrulmaktadır:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
KAYNAKLAR:
1. Ebu Rafi’den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496
2. Suyuti, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, s. 90
3. el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 299
4. Hutbe-i Şamiye, s. 25
5. İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 482
6. Buhari, Cilt 13 s. 6023
7. Sahih-i Müslim, Cilt 8, s. 500
8. Şualar, s. 592
9. Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212
10. Sünen-i İbni Mace, 4077
11. Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212-213
12. Mehdi ve Deccal, Şaban Döğen, s. 74-75
13. Sünen-i İbni Mace, 4077
14. Sahih-i Buhari, Cilt 15, s. 6981
15. Sünen-i İbni Mace, 4077
16. Mektubat, s. 55
17. Buhari, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebû Dâvud, Melâhim 14, (4315)
18. Nuaym b. Hammad; el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 231
19. Sahabi b. Mutemer’den rivayet edilmiştir; el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 213
20. Şualar, s. 469
21. Hizmet Rehberi, s.86